Gözlerimi açtığımda sabahın ilk ışıkları, koyu renk perdelerimin arasından cüretkâr huzmelerle birleşerek odamın içine sızıyordu. Yastıkta yine yüz üstü yatıyordum, cılız kollarım onu kavramıştı. İç çamaşırlarımla uyuyakaldığımı çekiştirip durduğum yorganın bedenimin neredeyse tamamına olan gerçekçi temasını hissederek hatırlamıştım. Yüzüme dökülen saçların birer birer oldukları yerden arkaya doğru atıldığını, tenime değen tanıdık parmak uçlarının dokunuşuyla anlamıştım. Gözlerimi kırpıştırmaya başladığımda yüzümün açıkta kalan bir kısmında önce sıcak nefesler, hemen sonrasında da şakağımda ıslak bir öpücük hissettim.
Calum.
Uyanmaya başladığımı fark etmemişti. Ben de kendi kendimi elevermek istememiştim. Bu yüzden gözlerimi kapattım. İlk başta açıkta kalan sırtımı yorganımla kapattığını hissetmiştim. Kemikli parmaklarının saçlarımın arasındaki dokunuşları bütün bedenime ılık bir dalga şeklinde yayılıyordu. Uyku mahmurluğunda olmam, parmak uçlarının saç köklerime sarılışıyla göğsümdeki ılık hissin gün yüzüne çıkması için hiçbir engel değildi.
Uzun zamandan sonra ilk defa başıma gelen astım krizimden sonra Duke'un haftanın belirli günlerinde benimle kalması Calum tarafından yasaklanmıştı. Oysaki bu çok saçmaydı. Bundan önce de Duke benimle kalıyordu ve onunla kanepede oturuyordum, kucağımda tutuyordum, sarılıyordum, dışarıya gezmeye çıkarıyordum ve hatta bazı günler benimle birlikte uyumasına bile izin veriyordum. Bana hiçbir zararı olmamıştı. Ama bunu Calum'a anlatamadığım için ikna da olmamıştı ve en son evimin yedek anahtarlarını almıştı.
Kendi dairesinin yedek anahtarını da bana vermişti.
Evime bu şekilde girmiş olmalıydı. Ancak saat, gün ışıklarının zayıflıktan dakikalar ilerledikçe kuvvet kazanıp odamın içinde yükselmeye başlamalarına bakacak olursam fazlasıyla erkendi. Belki de bu zamana kadar zor dayanmıştı.
Uyumuş muydu bunu bile bilmiyordum.
Dudaklarını yeniden şakağımda hissettim. Cehennem ateşleri kadar sıcak olan o dudaklardan nasıl bu kadar hafif ve tatlı bir öpücük bahşedebildiğini kesinlikle bilmiyordum. Göğsüm heyecanıma kapılarak hızlı hızlı inip kalkmak üzereydi ama bunu yaparsam, uyanık olduğumu anlardı. Ben ise anlamasını hiç istemiyordum.
Dün akşam yaptıklarımı, söylediklerimizi hatırlayınca boğazım düğüm düğüm oluyordu. Uyandığım anda bunu konuşacağımızı biliyordum çünkü dün geceden anladığım tek şey, Calum'un son derece sabırsızlanıyor oluşuydu.
Ah... dün gece o kadar ağlamamam gerekirdi belki de.
Burnu saçlarımın arasında, yalnızca şakaklarımın biraz üzerindeydi. Dolgun ve ıslak alt dudağının hâlâ şakağımda olduğunu hissedebiliyordum. Derin derin nefesler alıp verirken kokumu içine çektiğini anladım.
Kalbim gerçekten de ağzımda atıyordu.
"Seninle ne yapacağımı bilmiyorum," diye fısıldadı yavaş yavaş. Gözlerimi aralamamak için kendimi çok zor tutuyordum. Ucuz, düşük bütçeli gençlik filmlerindeki klişelere çok benziyorduk tam da şu anda. Ben uyuyor numarası yapıyordum, o ise tepemde buna inanarak duymayacağımı zannettiği cümleleri fısıldıyordu.
"Birlikte olmamızın bir yolunu bulabilsem... yemin ederim yapacağım. Ama becerememekten çok korkuyorum. Eğer ufacık bir hata yaparsam, istemeden olsa bile, seni sonsuza dek kaybedecekmişim gibi hissediyorum. Bu sana sadece uzaktan bakıyor olmaktan çok daha fazla... zor."
Bu kez göğsümdeki ılıklığın yerini bütün bedenimi kasıp kavurmaya yetecek çöl sıcakları almaya başladı. Derin derin nefesler alıp verirken diğer yandan da uykuda olmadığımı belli etmemeye çalışmak zorlaşıyordu. Kıpırdanıyormuşum gibi yaptım ve dayanabilmek adına yastığımı sıkı sıkı tuttum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Autumn Leaves || hood
FanfictionSeneca der ki: Sarhoşluk kusur yaratmaz, zaten var olan kusurları ortaya çıkarır.