25 Aralık 2013, Morristown, June'un evinin arka bahçesi
June'u öptüğüm o lanet olası geceden beri kendimi hiç iyi hissetmiyordum.
Sürekli aklımdaydı. O gece bana baktığı buğulu bakışlarıyla, kirpiklerini usulca kırpıştırmasıyla, dudaklarıyla, bana dokunduğu elleriyle, onu öptüğümde dudaklarından dökülen arzu dolu mırıldanışıyla ve en çok da aklımı başımdan alan öpücükleriyle birkaç saliseliğine bile aklımdan çıkartamıyordum onu. Belki de bundan çok daha büyük bir sorun teşkil edebilecek bir durum varsa; o da beni iyi hissettirmiyor olmasına rağmen June'u aklımdan çıkartmak istemeyişimdi.
Gerçekten... istemiyordum.
O geceden sonra birbirimize karşı nasıl bu kadar vurdumduymaz davranmayı başarabildiğimizi bir türlü anlamıyordum. Daha doğrusu June'un bana olan vurdumduymaz davranışları diye düzeltmem gerekirdi sanırım.
Evet, öpüşmüştük. Sahte de olsa biraz da sevişmiş sayılırdık. Ve benim bu zamana kadar geçirdiğim en güzel günüm, en güzel gecemdi. Elbette bu karmaşanın arkadaşlığımıza yansımasına izin vermek istemeyecekti ama... ben onu düşünmeden duramazken June'un nasıl hiçbir şey olmamış gibi yoluna dosdoğru devam edebildiğini aklım almıyordu. Sarhoş olmadığımızdan yüzde bin falan emindim. Ona karşı bir şeyler hisseden taraf ben olduğuma göre, June'u öyle tutkulu bir şekilde öpmem son derece doğaldı.
Ama June'un öpücüklerini düşündükçe çıldıracak gibi oluyordum. Nemfomanik gibi gözüktüğümün farkındaydım ama olay sadece on yedi yaşındaki iki ergenin sıkıcı ve ucuz cips, bayat arpalı bira servis eden bir partiden çıktıktan sonra kendi çaplarında sevişmeleri falan değildi. Bu olay çok daha... farklıydı. Emindim. O geceki öpücüklerin hiçbiri öylesine değildi. Tıpkı birbirimize karşı söylediğimiz onca sözün bir hiç uğruna söylenmiş, altı boş kelimelerden ibaret olmadığı gibi.
Ona soramazdım. Ne diyecektim ki?
June, baksana. Biz o partiden sonra seninle biraz sevişmiştik, hatırlıyor musun? İşte ben o geceyi bir türlü unutamıyorum. Ve sen bana bunların hiçbiri olmamış gibi son derece rahat davranırken ben her geçen gün sana biraz daha fazla tutuluyorum, mu?
Ben böyle söyledikten sonra bana karşı verebileceği iki tepki vardı:
Birincisi, beni güzelce öldürebilirdi.
İkincisi, beni deliler gibi öpebilirdi. Ki ben şansımı ikiden yana kullanmak istiyordum.
June'a karşı hissettiklerim son zamanlarda benim için çıkmaz bir sokağın soğuk, rutubetli duvarlarından birine toslayıp daha fazla ileri gidemediğinde, çareyi Michael'a anlatmakta bulmuştum. Benim tanıdığım kadar olmasa da June'u tanırdı. Tüm bunlar haricinde, Michael karmaşık durumlarda mantıklı olmayı başararak soğukkanlı davranabilen tek insan denilebilirdi. Ona her şeyi olduğu gibi anlattığımda alacağım tepki çok önemliydi.
Morristown'da gidilebilecek en ucuz ve en berbat pizzaları pişiren kafeye gitmiştik. Pizza dilimini ağzına tıkıştırırken omuz silkip "Hiç şaşırmadım nedense," demişti.
Bana June hakkında yapabileceğim şeylerle ilgili birkaç öneride bulunmuştu. Şimdi... onları yapmak için buradaydım.
Kış, Noel'in gelmesini bile beklememişti diyebilirdim. Kasım ayının sonlarına doğru kar olmasa bile, soğuk bastırmıştı. Şimdiyse her Noel'de olduğundan çok daha fazla kar yağmıştı. Kar kütlesinin boyu bileklerimin bir karış üzerine kadar yükseliyordu. Gitar çantamın omuzlarımın arkasından geçirdiğim kayışlarını sıkıca kavrarken gözlerim June'un evindeydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Autumn Leaves || hood
FanficSeneca der ki: Sarhoşluk kusur yaratmaz, zaten var olan kusurları ortaya çıkarır.