31 Temmuz 2014, Morristown, Morristown Halk Sineması;
JUNE
"İyi seyirler."
Bugün bilet sattığım elli dördüncü ve elli beşinci müşterilerim de halk sineması binasının ana kapısından içeriye sohbet ederek, izlemek üzere oldukları filmin heyecanıyla birbirlerinin ellerini tutarak yürüdüler. Onların gidişlerini arkalarından uzun bir süre seyrederken Calum'un yokluğunda aylarca bastırmaya çalıştığım duygularımı yeniden gün yüzüne çıkartmak istemiyordum. Bunu bir şekilde kabul etmek ve hayatıma onlar olmadan, uzaktalarken de devam edebilmeyi öğrenmek zorundaydım.
Mesela konserler sonrası kızlarla çekildikleri fotoğraflara bakıp kesinlikle 'O kız ben olmalıydım sizi bulanıklar' demiyordum.
Bir yandan kızgındım, arkada kalmak zorunda olan o kız olmaya mahkûm edildiğim için çok öfkeliydim. Fakat bu... saçmaydı. Bu arkadaşlarımın dünyasıydı ve yapmak istedikleri şeyin bu olduğunu biliyordum. Üzücüydü ve her ne kadar kabul etmek istemesem de bir gün tura gitmek için ve albüm hazırlıklarının devamını, daha anlamadığım pek çok işi tamamlamak için Morristown'dan ayrılacaklardı.
Ben de Morristown'dan ayrılmıştım. Üniversite içindi ve felsefe bölümündeki dört yıllık lisans eğitimimin harç parasını tamamlayabilmek, biraz da umrunda olmasa bile annemi görebilmek için bir süreliğine eve dönmüştüm. Buradaki halk sinemasında çalışıyordum.
Harç parasını hemen çıkarabileceğim kadar ücret almıyordum. Ama filmler eğlenceliydi, bazen sinema salonlarının arka tarafındaki projeksiyonlu odaya girip insanlarla birlikte ben de film izleme fırsatını elde etmiş oluyordum ve bu bedavaydı. Üstelik sabahları erkenden çıkıp, eve geç saatlerde dönmek için de fazlasıyla ideal bir işti. 7/24 açık olan bir kafede çalışmanın haricinde, daha eğlenceli olduğunu düşünüyordum.
Burada çalışmayı tercih etmemin bir diğer nedeni ise bana babamı hatırlatıyor olmasıydı. İlk Harry Potter filmimi burada izlemiştim ve yanımda o vardı. Bu nedenle burası, filmler... benim için çok fazla şey ifade ediyordu. Son zamanlarda ikimizin de neredeyse birbirimizi hiç arayamıyor oluşumuzu göz önünde bulundurduğumuzda babamı hatırlayıp, ona sahip olmanın nasıl hissettirdiğini unutmamak için güzel bir yol bulmuşa benziyordum.
Bir sürü insan görmüştüm. Morristown'da bizden küçük olan çocukların büyüyüp arkadaşlarıyla toplandığını, bazılarının kız ya da erkek arkadaşlarıyla randevulaşıp buraya geldiklerini, bazılarının ayarladıkları randevularda ekilip gişe önünde ağlayarak buradan ayrıldıklarını ve kavga edip ilişkilerine bir son veren insanları çok fazla görmüştüm. Kiminin nedeni hiç yoktan yereydi, kimininki de ciddi görünüyordu.
Ama hiçbiri bana ailesiyle gelenler kadar acı vermiyordu.
Omzumun arkasına birkaç kez parmak ucuyla dokunan birini hissettiğimde arkamı dönüp baktım. Koreli patronumun da müsade etmesiyle burada işe başladığımdan beri bana etrafı gösterip, mısır patlatma ve içecekleri doldurduğumuz otomatik makinelerin nasıl çalıştığını gösteren Kimberly ile karşılaştım.
"Sen hâlâ eve dönmedin mi?"
Kısa bir şekilde gülümseyip başımı iki yana salladım. Kimberly'nin eve neden geç gitmeyi tercih ettiğimi belli edecek kadar fazladan çalışıp durduğumu merak ettiğinin farkındaydım. Sadece... son zamanlarda etrafımda nelerin döndüğünü fark etmeden yaşamak çok daha kolay geliyordu.
"Hayır, burası hâlâ kalabalık."
"Biz halledebiliriz, bütün gün ayakta durmak senin için yorucu olmalı."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Autumn Leaves || hood
FanfictionSeneca der ki: Sarhoşluk kusur yaratmaz, zaten var olan kusurları ortaya çıkarır.