25 Ocak 2016, New York, June ilk kez 'ciddi anlamda' sarhoş olduğunda;
June Camila Harington.
Bütün dünyada onu tanımayan insanlar için yalnızca bir isim. Onlar için hayatlarında bir iz bırakamadığı için şanssız olduklarını düşünmeme yetecek kadar büyüleyici bir insan. Bazen tüm evren bilsin istediğim, bazen de sadece benim canımın içinde bir yerlerde bana kalsın diye sonsuza dek çırpınabileceğim bir kız.
Onunla tanıştığımda hayatımda ne olup bittiğini anlayamayacak kadar küçük bir yaştaydım. Hatta ailelerimiz bizi birinci sınıfa kadar arkadaş yapabilmek için çok çabalamıştı. Babamın her seferinde June'u neden istemediğime dair sorduğu tüm o tuhaf sorulara 'Çünkü canım onu tanımak istemiyor.' gibi saçma sapan çocuksu cevaplar vermekten hiç bıkmadığım zamanlardı.
Yanıma gelmek istiyordu, ailelerimiz birbirlerine yemeğe davet edildiğinde sürekli çevremdeydi. Bana anlamadığım şeylerden bahsediyordu. Bir süper gücüm olsa Örümcek Adam mı olmak istediğimi sorup dururdu. Çizdiği aptal çöp adamları sanki Salvador Dali olduğunu varsayarmışçasına göstermesinden nefret ederdim. Daha küçücük yaştan itibaren inanılmaz ukala ve küstah bir kızdı.
Onu sevmezdim.
Ta ki yedinci yaş günü partimizde, ondan nefret ettiğimi söyleyip benim için harçlıklarını biriktirerek aldığı Şeker Portakalı'nı ve bir kurşum kalemi olduğu gibi çöpe atıp onun kalbini kırdığımı fark edene kadar.
Bana küsmüştü. Partiyi yarıda bırakıp eve dönmek için babasının kollarında nasıl ağladığını hala dün gibi hatırlıyordum.
İlk defa o zaman, bana gerçekten değer verdiğini ve bir yapışkan olmaktan çok daha fazlasını istediğini o zaman anlamıştım. Bu kez babam ve annemin ona iyi davranmam için etimi bükmelerine gerek kalmamıştı. Ben kendim gidip ondan özür dilemiştim.
Tabii küstah kız, beni küçücük boyuyla o yaşlardan beri süründürecek kadar inatçılığını çoktan aktif hale getirmişti bile.
Şimdiyse kolunun birini omzumun üstünden atmış, kör kütük sarhoşluktan burnunun ucunu bile göremeyip sendeleyen bedenini yatak odama taşımaya çalışıyordum.
"Bu kadar içmemeliydin," dedim gülümseyerek. Neden içkiye bir anda bu kadar bel bağlamasını gerektirecek bir gece yaşamak istediğini anlamamıştım. June'un bünyesi benim gibi bir erkeği bile zayıf düşürecek kadar sağlamdı. Ama çok fazla karıştırmıştı. Şimdiye kadar nasıl istifra etmediğini bile anlamıyordum açıkçası.
"Doğum günümü kutlamak istedim," dedi fakat sesi çok boğuk çıkıyordu. Zavallı kelimelerin sonunu ya yutuyor ya da anlamamı güçleştirecek kadar yuvarlıyordu. "Ayrıca ben yirmi birinci yüzyılın özgür kadınlarından biriyim. Bana ne yapacağımı sen söyleyemezsin--"
Beni azarlarken ayağı halıya takıldı. Diğer elimi neyseki belinin etrafına sarmıştım. Düşmekten son anda kurtulduğunda, çok komik bir şey başına gelmiş gibi gülmeye başladı. Oysaki ne yaptığının bile farkında olamayacak kadar şuuru alkolün dalgalarıyla kaplıydı.
Elini duvara yasladı, benimle birlikte doğrulurken kahkahaları koridorumda yankılanıyordu. Bu duvarların daha önce hiç bu kadar güzel kahkahalar duymadığından o kadar emindim ki. Ona her haliyle, tüm gerçekliği ve sahip olduğu bütün kusurlarıyla sırılsıklam aşıktım. Fakat June sarhoşken beni kendisine daha fazla düşürmeyi başarmıştı. Yerin dibini boyladığımı hissedebileceğim kadar beni boğuyordu.
"Sikeyim, bu halının burada ne işi var Thomas?"
"Shh," onun kahkahalarına katılmamak elimde değildi. "Neyseki ben senin kadar içmedim. Bir de ben içsem bizi kim toplardı bilmiyorum."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Autumn Leaves || hood
FanfictionSeneca der ki: Sarhoşluk kusur yaratmaz, zaten var olan kusurları ortaya çıkarır.