Bölüm 5

105 14 2
                                    

 Ertesi gün işe gittiğimde Tolga yoktu. Omuz silktim, belki de cevabı olumsuzdu ve bunu bana bildirmeye gerek duymamıştı, hatta belki ciddiye bile almamış olabilir beni.

Gün içinde sürekli telefonumu kontrol edip durdum, sanki beklediğim cevap telefona gelecekmiş gibi. Saçma olduğunun farkındaydım, ama yine de bir beklenti içerisinde olduğum yadsınamaz bir gerçekti.

Bir önceki günün aksine son derece sakin geçen bugünün durgunluğu bana da yansımış, ağır hareketlerle dolanıyordum. Didem'se benim tam zıttımdı, her zaman olduğundan bile daha enerjik görünüyordu. Bu yüzden bana iş çıkışı sinemaya gitme önerisiyle geldiğinde memnuniyetle kabul ettim, üzerimdeki ölü toprağını atarım diye.

Çalışma saatimizin sonunda iş önlüklerimizi çıkarıp ince ceketlerimizi giydik ve en yakın sinemaya doğru yürümeye başladık.

"Benim sana söylemem gereken bir şey daha var aslında." dedi Didem. Ses tonu biraz çekimser, tepkilerimi tartabilmek için gözlerini üzerime dikmiş vaziyette.

"Dökül bakalım." dedim aynı şekilde ona bakarak.

"Seni Oktay'la tanıştıracağım, biz filmi izledikten sonra gelecek. Bir şeyler içeriz?" diye çıkardı ağzındaki baklayı. Yavru köpek gibi bakıyordu bana. Öyle ki, emrivakisine kızmayı düşünmedim bile.

"Tanışalım öyleyse. Görelim bakalım benim onayımı alabilecek mi."

Yeşil ışık yakmamın sevinciyle koluma girdi.

"Senin onayını alamazsa hemen kurtulurum ondan sen hiç merak etme." dedi neşeyle.

"Pek inanasım gelmiyor nedense." diye yanıtladığımda, şakayla karışık şekilde kendisini fazla kaptırıyor oluşunu ima etmiştim. O da anlamıştı bunu, ama konunun üstüne gitmek yerine gülerek geçiştirmeyi tercih ediyordu.

Film afişlerinin önünde durmuş hangisini izleyeceğimize karar vermeye çalışıyorduk. Ama konuşmamızın hararetini dışarıdan gören biri Edison-Tesla tartışması yaptığımızı düşünebilirdi.

"Didem, o seçtiğin filme girmem söz konusu bile değil, bunu biliyorsun." diyordum.

Aşk filmine sokmaya çalışıyor beni, inanılır gibi değil!

"Ya ne olur bir kere izlesen, seveceksin belki."

"Severek uyuyacağımı kastediyorsun herhalde."

Elimle başka bir film afişini gösterdim, aksiyon dolu yeni bir Nicholas Cage filmi! "Buna gireceğiz."

İkna olmaktan ziyade zaman kaybettiğimizin farkında olduğu için olsa gerek, "Bir dahaki sefere duygularını 'on' moduna al ondan sonra film izlemeye gelelim." diye laf sokarak bilet sırasına gitti.

Bu zorunlu razı oluşa gülerek peşinden gittim. Kazanamayacağın bir tartışmaya girdiğini bilmen gerekiyordu ama sevgili arkadaşım, biliyorsun ki benim sevdiğim tek aşk filmi Titanik, o da geminin batışı atraksiyonlu olduğu için.

Benim müthiş eğlendiğim, Didem'in de zaman zaman oyuncularla konuşmasından anladığım kadarıyla en azından iyi vakit geçirdiği iki saatin sonunda sinema salonundan çıktık. Ben "Ne filmdi be!" derken, Didem "O kadar vurdu kırdıdan sonra onların yerine ben yoruldum." diyordu. İnsanlar ikiye ayrılır arkadaşlar...

Ve birden durdu Didem, karşıya bakarak kocaman gülümsedi. Kafamı onun baktığı yönden tarafa çevirdiğimde kısa siyah saçlı, orta boylarda, tepeden tırnağa kırmızı ve siyah renkte giyinmiş, yakışıklı sayılabilecek bir erkeğin durduğunu gördüm. "Oktay!" dedi Didem sevinçle. "Oktay?" dedim şaşkın bakışlarım bir Didem'e bir çocuğa dönerken. Bize el sallayan flörtünün yanına doğru harekete geçen arkadaşımı takip ettim hızlı adımlarla.

"Merhaba." dedim doğal görünmeye çabasıyla. Oktaysa yüzüme bile bakmadığı "Merhaba"yla yanıtlamıştı beni . Muhabbet ortamını oluşturmak Didem'e düşüyordu, "Hadi gelin." diyerek bizi şirin bir çay bahçesine sürüklerken de gayet iyi yapıyordu üstüne düşeni.

Serin havada oturmuş, gecenin sakinliğiyle huzur bularak konuştuğumuz bir sohbeti paylaşıyorduk şimdi.

Oktay'ı daha tanımadan, Didem'in birkaç dakikalık anlatımından dinlediğim kadarıyla bile içim ısınmamıştı aslında. Tanımadığım bir insana karşı kılıç kuşanmış olmam olsa olsa önyargı olarak tanımlanabilirdi, bu sebeple sil baştan inceliyordum Oktay'ı. Ne var ki şimdi de değişen fazla bir şey olmamıştı. Umursamaz, sorumsuz tavırları ona bir kötü çocuk imajı kazandırıyor, bu da onu çekici kılıyordu. Konuşma ilerledikçe açıksözlü ve espirili bir tip olduğunu da rahatlıkla anlayabiliyordunuz. Ama en çok dikkatimi çeken, egoistliğe kayan aşırı özgüveniydi. Gençlik filmlerindeki kötü olmasına rağmen sempati duyduğumuz tiplere benziyordu, hani sonra içindeki iyiliği ortaya çıkarıp daha iyi biri insan olanlara... Sorun şu ki bu bir gençlik filmi değildi.

"Demek eczacılık okuyorsun, oldukça ilgi çekici. Kaçıncı sınıfsın?" diye sormuştu bana.

"Dörde geçtim, iki yılım var daha bitirmeye."

O rahat tavırlarıyla "Her türlü haptan anlıyor musunuz peki siz?" diye sorduğunda algım durdu, söylemek istediği şeyi doğru anlayıp anlamadığımdan emin olamayarak sordum;

"Ne demek istiyorsun?"

Sağa sola bakıp çevreyi kontrol etti, hafif yayılarak oturduğu sandalyesindeki rahatlığını hiç bozmadan sol eliyle ceketinin sağ iç cebinden küçücük, şeffaf bir paket çıkardı ve masaya koydu;

"Bunlardan anlar mısın mesela?"

Anlardım. Önüme koyduğu şeyin nasıl yaplıdığından tut da çeşitlerine kadar her türlü ayrıntısından anlardım. Bu yüzden düz bir çizgi halini aldı ağzım. Alev alev yanmaya başlayan gözbebeklerimi önce Oktay'a ardından Didem'e çevirdim. Arkadaşım dehşet içinde bakıyordu bana. Ne olduğunu anlamıyormuş gibi bir dehşet içinde bakmasını diliyorum deliler gibi, ama gerçek ortada. Yanlış bir şey yaparken suçüstü yakalanmış bir çocuk gibiydi. Bundan haberin var mıydı, diye soracak oldum, vazgeçtim. İfadesi yeterli cevabı veriyordu.

Küçük el çantamı masaya vurarak hışımla ayağa kalktım. Arkamı dönüp sert adımlarla uzaklaşırken Didem'i orada bırakmak istemiyordum aslında, bırakmamıştım da. Bu olaydan sonra arkamdan geleceğini bilecek kadar iyi tanıyordum onu, tam da tahmin ettiğim gibi oldu.

"Aylin, Aylin!" diyerek yanıma geldiğinde "Tek söz etme!" dedim. Konuşmadan uzaklaştık oradan, konuşursam arkadaşımı kırmaktan korktum. Suskunluğuma itiraz edecek durumda olmadığının farkındaydı, uyum sağladı yalnızca.

O gece eve vardığımda kafam çok doluydu, hiçbir şeyi net değerlendiremeyecek kadar uğultulu. Bu yüzden hızla hazırlanıp yatağa attım kendimi, uyandığımda daha berrak düşünebiliyor olmayı umarak.

Bu Evlilik Biraz Ani Olmadı Mı? #wattys2018Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin