Nişan yüzüğüm parmağımda, Tolga'ya mesai saatim olduğu için uzun uzun konuşamayacağımızı söylüyordum. Tabi ki o yüzük alıp gelmeden önce aklında pek çok şeyi tasarlamış, bundan sonra izleyeceğimiz adımları ayrıntılı olarak düşünmüştü ve şimdi bunları bana anlatmaya, benimle birlikte değerlendirmeye çalışıyordu. "Öyle uzun uzadıya konuşamam şu an, işim var." dememden sonra, ertesi gün Kanlıkavak'ta buluşmak üzere sözleştik.
Giderken arkasını dönüp minik bir el sallamayla veda etti bana, aynı şekilde karşılık verdim. Bir anda aramızda oluşuveren samimiyet, şimdiye kadar yeni tanıştığım hiçbir insanda yakalamadığım bir şeydi doğrusu.
Bu yaşanan son gelişmeyle yüzüm gülmüş olsa da Didem'le hala küs olmanın burukluğu vardı içimde. Onu istemeden kırmış olmanın ağırlığı aynen duruyordu yüreğimde. Gerçekleri söylemenin daha kolay bir yolu varsa eğer, benim becerebildiğim bir yol değildi anlaşılan.
Sağ elimin yüzük parmağında duran nişan sembolüme bakıp gülümsedim. Bu ani evlilik kararını vererek doğru şeyi mi yapıyordum acaba? Ya tıpkı az önce arkadaşımı üzerken yaşadığım gibi, doğru şeyi yapmaya çalışırken elime yüzüme bulaştıyorsam...
Beklentimin aksine, lavobodan döndüğünde son derece iyi görünüyordu Didem. Ben onu kızarmış gözlerle gelecek diye beklerken o gayet özgüvenli, dik duruşuyla gülücükler saçarak dönmüştü geri. Tartışmamıza hiç mi aldırmadı bu kız diye bana verdiği değeri sorgulayacakken vazgeçtim, gitmeden önce dolan gözlerlerini görmüştüm ne de olsa. Her şey normalmiş gibi davranıyor, Oscarlık performans sergiliyor şu an diye kanaat getirdim kendimce.
Kısa süre sonra iş saatimin son bulmasıyla derin bir nefes aldım. Bir günde bunca şey yaşamak yormuştu zihnimi.
Eve giderken bir sokak kedisi dolandı ayaklarımın dibinde, kaldırıma oturup onu sevmeye başladım. Dakikalarca oynadım onunla. Küçük, pofuduk vücudundan akan sıcacık sevgiyi hissettim ellerimle. Biraz sonra markete gitmek üzere ayağa kalktığımda peşimden gelmeyi denedi ama otomotik kapının kapanmasıyla dışarıda kalmış buldu kendini. Zaten çok bekletmeyecektim onu, bir paket kedi maması alıp çıktım hemen. Mamayı duvar dibine döktüm yemesi için. O yemeğe koyulunca ben de yürümeye devam ettim. Birkaç adım sonra arkamı döndüğümde başka bir kedinin de ona katıldığına görmemle yüzüme sıcak bir gülümseme yayıldı.
Bu küçük mazara bile tarifsiz bir mutluluk yaşamasına yetiyordu insanın. Bir canlıya küçük de olsa iyilik yapmak, merhamet göstermek... insan oluşumuzun en temel gerekliliklerinden biri. Hayvana eziyet edebilen aklımın almadığı mahluklar da yok değil tabi, insanlıkları tartışılmaya açık, acımasız yaratıklar olarak nitelendirebiliyorum onları sadece.
Eve girdiğimde kapkaranlık odayla karşılaştı gözlerim. Erkenden uyudu mu acaba bizimkiler diye düşünürken verandada olabilecekleri aklıma geldi. Gitmiş arka bahçe verandasında etrafa bakınıyordum ki, bir anda karşıma çıkıveren insan silüetiyle çığlık atmaya başladım.
"Şşt! Ayağa kaldıracaksın milleti, bağırmasana." diyen sesin sahibini seçebilmişti karanlığa henüz alışmış gözlerim.
"Arkan? Ne arıyorsun sen burada!"
"Seni görmeye geldim."
"İki oldu beni kendi evimin bahçesinde korkutuyorsun! Derdin ne senin?"
"Sensin Aylin. Bunu anlamak bu kadar zor mu?"
Kontrolüm dışında, bir anda gözümün önüne geliveren kareler hiç hoşuma gitmedi; kaybolduğum dar sokakta üstüme yürüme anı, gittiğim her yerde karşıma çıkışları, tıpkı şu anki gibi önüme çıktığı gün... hoşuma gitmediği gibi ürkmeme de yetiyordu bu kareler. Korktuğumu belli etmemeye, her ihtimale karşı onu da sinirlendirmemeye çalışarak konuştum.
"Beni sevdiğini mi düşünüyorsun se-"
"Düşünmüyorum Aylin, öyle."
"Lafımı bölme. Sen beni sevmiyorsun Arkan, sevdiğini sanıyorsun. Aslında takıntı haline getirmişsin beni. Bunun adı aşk değil, hastalık! Tedavi gerektiren ciddi bir rahatsızlık bu yaşadığın. Lütfen beni ne kadar tedirgin ettiğini gör artık."
Elimi tutmaya yeltendi, izin vermedim. Şu an bile bunu yapabildiğine göre nefesimi boşuna tüketiyordum sanırım, söylediğim cümleler bir kulağından girip öbüründen çıkıyor olmalıydı.
"Ben hayatta istediğim her şeyi elde ettim. Seni de istiyorum, seni de elde edeceğim."
Ses tonu kanımı dondurmaya yetti. Gerçek bir psikopat vardı sanki karşımda. Karşısında güçlü durmaya çalışan bedenime karşın kalbim öyle hızlı çarpıyordu ki sesini duyuyordum adeta. Beni orada, o halde öylece bırakıp arkasını döndü ve gitti. Son sözünü söylemiş, filmin kendisine ait olan sahnesindeki ciddi kapanışını yapmış bir aktör gibi gitti.
İçeriden "Aylin, sen ne zaman geldin?" diye seslenen annemin sesini duyduğumda, korkumu ona farkettirmemeye çalışarak arkamı döndüm. Yüzümde sahte bir gülümseme, normal tınlamasına özen gösterdiğim sesimle "Ben de sizi arıyordum." dedim.
"Üst kattayız, gel hadi." diyen annemin peşine takılıp merdivenleri çıkarken kalp atış hızımı normalleştirmeye çabalıyordum.
Annemin odasına girdiğimizde yerde açık bir bavul, etrafa saçılmış kıyafetler ve kıyafetler arasında oturmuş ablamın oluşturduğu manzara karşıladı beni. Annemin arkadaşlarıyla gideceği bir haftalık Karadeniz tatili için bavul hazırlamaya çalışıyorlarmış meğer. Daha içeri girmeden "Ben izninizi isteyeyim, duş alıp üstümü değiştireceğim." diyerek odama kaçtım.
Duş başlığının altında gözlerimi kapatmış, tenimden akıp giden suyu hissediyordum. Az önce yaşadığım tuhaf, ürkütücü anı da hafızamın en gerilerine gömmeye çabalıyordum. Banyodan çıkınca hissettiğim tazelik bunu başarmama yetmiş gibiydi.
Pikaçulu sarı pijamalarımı giyip saçlarımı kurutmanın ardından duşa girmeden önce çıkarıp komodine koyduğum nişan yüzüğümü parmağıma geçirdim. Elimi şöyle bir uzatıp görüntüsüne baktım, bu görüntüyü beğenmiştim. Bu sırada farkettim ki ailemi bu gelişmeden haberdar etmenin vakti gelmişti de geçiyordu bile.
Annemin açık kapıdan ışığı koridora taşan odasına gittim. İkisi de yerde oturmuş, önceki haline göre daha toplu zeminde kıyafet katlıyorlardı. İçeri girip yatağa oturdum; "Nasıl gidiyor bakalım?"
"Çoğu şeyi yerleştirdik."
"Tam olarak ne zaman gideceksin anne sen bu tatile?"
"On beş gün sonrasında diye planladık, bakalım."
"Yani on beş gün var daha önümüzde, güzel. Böylece düğünüme katıldıktan sonra gitmiş olursun."
"Aynen canı- Ne düğünü!"
Gülümseyerek elimi gösterdim. "Evleniyorum ben."
İkisi de oturduğu yerden kalkıp yatağa oturdu, biri bir yanıma, diğeri öbür yanıma.
"Kızım senin sevgilin mi vardı? Bize niye söylemedin hiç?"
"Kısa bir süredir var. Size söylememi gerektirecek kadar ciddi şeyler yoktu aramızda ama, işler bir anda ciddileşti diyebiliriz."
"Önce bizi tanıştırsaydın!" dedi ablam.
"Ben de onu diyorum ya, yarın akşam yemeğine çağırayım mı ne dersiniz?"
"Şaka mı yapıyorsun çağır tabi! Evleniyoruz diyorsun burada, geç bile kalmışız."
"Tamam öyleyse. Hiç daha fazla soru sormaya kalkmayın şimdi gidip yatacağım, kalan ayrıntıları da yarın öğrenirsiniz."
Yani ben de öğrendikten sonra.
Başka bir şey söylemelerine fırsat vermeden kalktım. Tam kapıdayken "Adı ne?" diye soran ablama dönüp "Tolga... Tolga Işıtan." cevabını verdikten sonra suratımda oluşan engel olamadığım muzip gülümseme eşliğinde uyumaya gittim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bu Evlilik Biraz Ani Olmadı Mı? #wattys2018
ChickLit#aşkhikayesi hastaginde 9 oldu. Ayakları yere sağlam basan, mantıklı bir kızdır Aylin. Birdenbire ne oluyor ki kendini neredeyse tanımadığı bir adamla kendi isteğiyle evlenirken buluyor?!