Bölüm 3

125 14 8
                                    


   Günün ilerleyen saatlerinde de iç dünyamla baş başa buldum kendimi. Az önce aklıma gelenlerden sonra iç dünyam pek iç açıcı sayılmasa da...

Arkan'ı ilk gördüğümde bana olan ilgisini farkedip önemsemeyişimi hatırladım önce, yaklaşık üç ay önce fakülte kantininde. Ondan sonra birden her yerde karşıma çıkmaya başlaması ve benim 'kasıtlı değildir canım' diyerek görmezden gelme çabam...

Bir gün akşam saat dokuz gibi kütüphaneden eve geldiğimde tam içeri girecekken bahçeden çıkıvermesi, yüreğimi ağzımda hissedişim, bütün gece uyuyamadan sanki içeri o girecekmiş gibi pencereye baktıran paranoyalarım...

Çarşıda bir kitapçı ararken dar bir sokakta kendimi bulduğum sırada Arkan'ın çıkıp gelmesi, beni takip ettiğini anlayıp dehşete düşmem, beni ne zamandan beri takip ediyor olduğunu düşünüp daha çok dehşete düşmem... Onunsa "Atla bırakayım." şeklindeki yüzsüz teklifini yaparken üstüme üstüme yürümesi... o kadar ki geriye doğru küçük, ürkek adımlar atmak zorunda kalmam ve yine de durmaması... O üstüme gelmeye devam ederken çığlık atarak koşup kaçmam... Nefes nefeseyken ardımdan gelmemiş olmasına şükretmem...

Üstüne üstlük bunları kimseye anlatamıyor olup hala benden sıkılıp vazgeçmesini bekliyor olmam...

Ürkütücü biri o! İş dünyasındaki saygın konumuyla maskeliyor bunu. Ama hangi maske insanın gerçek kimliğini sonsuza kadar gizleyebilir ki? Elbet bir gün afişe edecek o karanlık yüzünü. Gerçi nereden bilebilirim, belki de çoktan etmiştir başkalarına karşı...

Bu huzursuz düşüncelerimi silip atma isteğimin bir dışavurumu olarak kafamı hızla sağa sola salladım. Oysa bugüne ne kadar neşeli başlamıştım, öylece karalar mı bağlayacaktım şimdi? Hayır! Yeni gelen bir arkadaş grubunun oturduğu masanın siparişlerini almak üzere harekete geçtiğimde kafamdaki konulardan sıyrılmış, yaşadığımız zaman ve mekana dönmüştüm bile.

Ancak genç müşterilerimiz henüz karar verememiş, bana da onlar karar verirken birkaç dakikalığına öylece dikilmek düşmüştü haliyle. Tam da bu esnada yalnızca bir adım ötesinde durduğum, hemen arkamdaki masada konuşulanlara kulak misafiri olmaktan alamadım kendimi.

"Bu işe acilen bir çözüm bulmam gerek." diyordu bir erkek sesi.

"Ne yapacaksın ki oğlum, evlenmekten ya da yirmi dokuz yaşına basmayı beklemekten başka çözüm yolun mu var?"

"Bilmiyorum Serhat, bilmiyorum. Tek bildiğim ablama arka çıkmak zorunda olduğum."

"Bak şirkette sizden önde gelen bütün akrabaları ortadan kaldırırsan hisseler direkt size kalır, nasıl? Ama yok, benim anne babamı da kapsıyor bu, vazgeçtim kuzen başka çözüm bulalım."

"Saçma sapan konuşma ya."

"Ne yani öldürecek miyiz onları gerçekten?"

"Serhat, senin IQ'un benim sorunlarıma fazla geliyor."

Durduğum yerde güldüm.

"Tamam tamam. Hiç değilse ertelese olmaz mı Defne abla hayallerini?"

"Olmaz." Bu yanıtı verirken sesi değişmişti, tuhaf bir şekilde merak ettim nedenini, sesin sahibini tanımıyor olsam da.

"E nasıl yapacağız? Defne ablayı şirkette kalıcı hale getirmek üzere senden başka kim toplantı düzenler ki başka?"

"Kimse yapmaz. O yüzden ben yapmak zorundayım."

"Bunun için önce ani bir manevra yapıp kendi hisselerine sahip olmak zorundasın. Yirmi dokuz yaşına gelmeden ya da evlenmeden alamayacağın hisselere... Bıraksak mı biz bu işin peşini kuzen, ha?"

Kuzeni onu duymuş ama anlatmak istenileni anlamaktan çok uzak, olaydaki aşılması zor engellere değil de zayıf bir çözüm yoluna odaklanmış.

"Nerden bulacağım şimdi ben evlenecek kızı?"

"Ciddi misin sen?!"

Sırtım hala onlara dönük, bir adım ötelerinde durmam sebebiyle kontrolsüzce kulak misafiri olduğum yabancılara içten içe gülmekten alamıyordum kendimi. Onlarsa konuşmaya devam ediyordu.

"Evlilik programına katılmaya ne dersin? Tolga Işıtan adını görünce evlenmek isteyen biri elbet bulunur bak."

"Dalga mı geçiyorsun Serhat?"

"Dalga geçiyorum tabi."

Oldukça eğlendirmişti beni bu ikili. Nihayet önümde duran arkadaş grubunun ne sipariş edeceğine karar vermesiyle dikkatimi arkamdaki masadan alıp önümdeki masaya yönelttim.

İşimi halleder halletmez şöyle bir göz attım kafeye, benlik iş yok. 2-3 dakikalık kendime ayıracak zamanım vardı en azından. Telefonu elime alıp "Tolga Işıtan" adını arattım ve çıkan sonuçlara hızlıca bir göz attım. Genelde katıldığı kutlamalar ve hangi üniversitede okuduğu, ne okuduğu gibi akademik gelişmelerinden söz edilmişti. İşletme okuyormuş demek. Arkan'ın aksine barlarda ya da sokakta çıkardığı bir rezaletle hiç gündeme gelmemiş oluşu da gözümden kaçmamıştı ayrıca.

Duraksadım bir an, ne yapıyorum ben diye kendi kendimi sorgulamaya başladım. Kafeye gelen bir müşteri alt tarafı, beni ne ilgilendirir, meraklılığın da bu kadarı yani... Telefonu elimde çevirerek oynamaya koyuldum, bir yandan da etrafta göz gezdiriyordum ki... Bam! Kafamda bir şimşek çaktı. "Bir işe başladım devamını getireyim öyleyse, battı balık yan gider" diye kendi kendime konuşup hemen Leyla'nın numarasını buldum ve mesaj attım kimdir bu Tolga Işıtan, nasıl biridir diye. Eh, Leyla babamın şirketinde staj yapan, son sınıf öğrencisi bir bilgisayar mühendisi adayı bugüne bugün, o bilmeyecek de kim bilecek.

Kısa zamanda yanıt geldi Leyla'dan; "Efendi çocuktur, iyi şeyler duydum hakkında.".

İşte bu tam da benim almak istediğim yanıt!

Ardından bir mesaj sesiyle daha titredi telefonum; "Neden sordun ki?". Güldüm. Ah, Leylacığım, bir bilsen aklımda ne tilkiler dolaşıyor...

Ve ben o tilkilere uyacaktım. Kişiliği hakkında yüzeysel de olsa iyi bir yorum almanın memnuniyetiyle gülümserken hayatımda yaptığım en büyük çılgınlığı yapmak üzere Tolga ve kuzeninin masasına gidip oturdum. İki şaşkın erkeğin bakışlarını hiç umursamadan kendinden emin bakan gözlerimi Tolga'nın üzeride yoğunlaştırdım. Sonra da doğrudan lafa girdim, açık ve net; "Benimle evlenir misin?"

Bu Evlilik Biraz Ani Olmadı Mı? #wattys2018Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin