Bölüm 14

74 8 6
                                    

   Sabahın erken saatlerinde kalkıp tedavisine başlamak üzere en yakın hastaneye gittik Didem'le. Normalde uyuşturucu tedavisinde önce beden sonra zihin arındırılırken onda durum tam tersiydi; o çoktan uyuşturucudan vazgeçmeye hazır, sahte mutlulukların yerine eskiden sahip olduğu gerçek neşesini kucaklamaya hevesliydi. Bu sebeple işimiz çok daha kolaydı.

Hastane kokusu diye tabir ettiğimiz amonyak, iyot ve B vitamini karışmından oluşan kokuya çoktan alışmış, arkadaşımın yanında durup ona destek olmaya çalışıyordum. Yine de doktorun yanına tek başına gitmek istediğinde saygı duydum. Bir süre sonra yanıma geldiğinde soru sormama bile gerek kalmamıştı, pırıl pırıl parlayan bakışlarının vadettiği umuttan istediğim cevabı alarak gülümsedim.

O günümü ona ayırmıştım, evine gidip birkaç parça eşya aldıktan sonra üç beş gün daha bizde kalması için ısrar ettim. Onu tek başına yaşadığı dairesine göndermek olası tehlikelere fırsat vermek gibi görünüyordu gözüme, sanki yanımda olsa onu bu tür şeylerden korumak için kılıç kuşanan bir savaşçıymışım gibi.

Kılıç kuşanan bir savaşçı... bu tam da bana uygun bir söz dizisiydi doğrusu.

Değil madde bağımlılığı, madde bağımlılığını anımsatacak tek sözcük çıkmıyordu ağzımızdan, ikimiz de sessizce bu konuyu geçmişin tozlu sayfalarına gömmüş ve tedavi dışında konusunu açmamak için sessize anlaşmış gibiydik. Bu konular hiç gündemimiz olmadan öncesindeki gibi sohbet ettik, kahkahalarla güldük. Şehir merkezinin bilmediğimiz ara sokaklarına girip yolu bulmaya çalıştık ve kaybolduğumuzdan kesin emin olana kadar da navigasyonu açmadık. Oldukça eğlenmiş, daha gün ortasında olmamıza rağmen yürümekten bitap düşmüş, kulaklarımıza varan gülümsemelerimizle eşliğinde kol kola girmiş halde eve geldiğimizde annem karşıladı bizi. "Sarhoş musunuz siz, bu ne hal?" diye dalga geçmekten de geri durmadı. "Dostluğun inanılmaz gücünün sarhoşluğu!" dedi Didem ve annem gülümsedi.

Didem şu birkaç gün için kendisine ayrılan konuk odasına giderken ben de odama gidip öğleden sonra mesaim için hızla hazırlanmaya başladım. Bir süre sonra boy aynasında son halime küçük bir bakış atıp iyi göründüğümden emin olduğumda çantamı aldım ve merdivenleri hızla inerek dış kapıya yöneldim. "Ben gidiyorum." diye seslenmeme "Akşama görüşürüz." diye seslenerek cevap veren annemin sesini duyduktan sonra hemen çıktım ve üzerimdeki yorgunluğuna yoksayarcasına hızlı attığım adımlarla yürümeye başladım.

Kafeye ulaştığımda hoş bir sürpriz bekliyordu beni. Yerde üzerinde adım yazan bir kutu ilişti gözümde. Tek dizim üzerine çöküp kutuyu açtığımda geçenlerde söz ettiğim yazarın yeni çıkan kitaplaryla karşılaştım. "Ne güzel bir hediye bu böyle!" diye kendi kendime konuşurken saklayamadığım bir mutluluk yayıldı yüzüme. Üstelik bu kadarla sınırlı değildi. Yeniden ayağa kalktığımda iş önlüğümün küçük cebinden bir köşesi taşmış, turuncu önlüğün üzerinde mor rengiyle ben buradayım diye bağıran bir düğün davetiyesi buldum, bizim davetiyemiz. Arkasında da siyah dolma kalemle yazılmış küçük bir not, "Ömür boyu sürecek bir aşk diye vaatte bulunamam sana, biliyorsun. Ama bizim dostluğumuzun ömür boyu süreceğine tüm kalbimle inanıyorum.".

Belki pek çokkız için değil ama benim için çok anlamlı bir not bu! İkimizin de aşka inanmadığını düşününce özellikle. Bir de buna benim "Arkadaşlık aşktan büyüktür." düşüncemi eklersek... İçimde Tolga'yı gördüğüm ilk yerde sarılmak isteği uyandıran bir not.

Öyle de yaptım. Çünkü çalışmaya başlamamdan bir saat sonra kafenin kapısında belirdi Tolga. Kot pantolonu üzerine giydiği düz koyu gri tişörtü ve –itiraf etmek gerekirse bugünkü havada çok da gerekli olmayan- güneş gözlüğüyle her zamanki gibi harika görünüyordu. Ya da belki iyi bir zamanlama yaptığı için gözüme daha iyi görünüyordu.

Bu Evlilik Biraz Ani Olmadı Mı? #wattys2018Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin