---------------------------------------------
Lider'in son konuşmasından sonra etraf tekrardan sessizliğe bürünmüştü. Bana su ve yemek getiren yaşlı bir kadından başka kimseyi görmemiştim bu karanlık odada, kafamdaki milyonlarca sorunun cevabını düşünmekten gözüme uyku girmiyordu. Kaç saat olmuştu burada kalalı? Lider 48 saat vermişti kurtulabilmem için, tahminlerime göre 24 saati geçmişti çünkü yemek getiren yaşlı kadın toplamda dört kez gelmişti beni ziyarete. Yaşlı kadının ilk gelişinde ayaklarına kapanıp, gitmemesi ve bana neler olduğunu söylemesi için yalvarmıştım ama kapının önünde bekleyen iki kaba adam beni ondan ayırmıştı. Gizlice aldığım enjektörü yaşlı kadına saplamayı bile düşünmüştüm fakat her halükarda kaçmamın imkanı yoktu. Enjektörü yaşlı kadına saplasam bile, kapıda dikilen iki badigardı aşamazdım. Onlar kadar güçlü değildim.
Kafamda hiç durmadan dönen sorular tekrar gün yüzüne çıkmıştı.
Tan gelecek miydi? Gelse ona ne olacaktı? Geldiğinde beni öldürecekler miydi yoksa söz verdikleri gibi yaşayacak mıydım? Profesör kurtulmuş muydu? Peki ya, gerçekten ailem öldürülmüş müydü?
Ellerimin arasına aldığım saçlarımı sinirle çekeledim.
Artık çıldırmak üzereydim, hatta belki de çıldırmıştım. Öfkeyle solurken, halsizce yana düşen ellerimle kalan gücümü kullanarak yeri yumrukladım. Sürekli bir yerlere vurmaktan ellerim ve dizlerim yaralanmıştı ama acıyı hissettiğimden bile emin değildim artık. Fiziksel ağrılarımı hissetmiyordum, canımı yakan asıl şey düşüncelerimdi. Bugüne kadarki ölümlerin hepsi beynime hücum ediyordu ve bu dayanılmaz üzüntü beynimi kemiriyor gibiydi.
Önce babamı ve erkek kardeşlerimi kaybetmiştim. Yıllar içerisinde acılarını bir şekilde unutturabilmiştim kendime, ya da unutturduğumu sanıyordum. Kendimi böyle kandırmıştım. Daha sonra ise tam olarak hiçbir ilişkimin olmadığı fakat ölümü beni derinden etkileyen Arman geliyordu. Benim yüzümden hayatını kaybeden köylüleri saymıyordum bile. Elim Duhok'daki köylülerin kanına dahi bulanmıştı. Uzun bir zamandır da annemin, Gece'nin ve Evren'in ölümünü kabullenmeye çalışıyordum.
Bu gidişle sıradaki ölü de ben olacaktım. Saydığım onlarca kişinin ölümüne sebep olmadan önce ölmeliydim aslında, geç bile kalmıştım.
"N'olur..." diye fısıldadım. Sesimi kendim bile zor duyuyordum. "N'olur ailemi öldürmediğinizi söyleyin, n'olur bana Profesör'ün hala hayatta olduğunu söyleyin..." Gözlerimi kapadım ve göz yaşlarımın yanaklarımı ısıtarak usulca akmasına izin verdim. Elimden ne gelirdi ki artık? Akla gelebilcek her yolu denemiştim. O kadar çabalamama rağmen kaderimi değiştirememiştim.
Alın yazısı dedikleri bu olsa gerekti. Vazgeçmeliydim.
Sonra başıma gelen her şeyi olduğu gibi kabullenmek düşüncesi titrememe neden oldu.
Hayır vazgeçmek bana göre değildi, ben her zaman karşı koyan taraf olmuştum. POST'un ortaya çıktığı andan beri hayatta kalmaya çalışmamın sebebi de buydu. Köylüleri güvenli bir yere taşımak istemem de bu yüzdendi.
Çöktüğüm yerden hızla kalktım ve bulunduğum küçük odanın içinde volta atarken, tekrar düşünmeye başladım.
Gerçekten Tan gelecek miydi?
Tan gelse bile bu kez tesisten sağ çıkamazdık, kanımda ölümcül topçuklar dolaşıyordu. Lider'in dediği gibiydi, tek sinyalde ölürdüm. Durum böyleyken de Tan'ın gelmesinin hiçbir anlamı yoktu. Teslim olmak gibi saçma bir girişimde bulunacağını da sanmıyordum, eğer teslim olacak olsaydık zaten en başında tesisten kaçmazdık.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İŞGAL/TAMAMLANDI
Science Fiction2042 yılında başlayan kuraklık nedeniyle insanların birbirlerini öldürmeye başladığı ve devletlerin yok olma kaygısıyla çıldırdığı bir dünya oluşmuştur. Ülke sınırlarından çıkan devletler yeni sömürgeler edinmek için adeta yarışa girmiştir. Sömürge...