---------------------------------------------
Yemekhanede yapılanların üzerinden dört gün geçmişti. Koskoca dört gün ve ben hala Tan'ı görememiştim. Ben ona ulaşmaya çalıştıkça o benden kaçıyordu sanki. Yatakhanesine gitmek gibi bir şeye girişmemiştim bu kez, aynı riski tekrar göze alacak cesareti bulamamıştım kendimde.
İlginç bir şekilde herkesten önce uyanmıştım ve sıkıntıdan ranzanın tavanını inceliyordum.
Artık Tan'ı bulup plan yapmalıydım. Haritayı görmüştüm, bunun bize olası diğer işgalleri engellemek için çok fazla yardımı dokunacaktı. Her gün unutmamak için kendi kendime gördüklerimi tekrarlıyor, gözlerimi yumarak o görüntüyü yeniden canlandırıyordum.
Duhok, Tebriz, Zerka...
Derince iç çektikten sonra yatağımda doğruldum. Gözlerim irice açılırken kafamın üzerinde bir ampulün yandığını neredeyse somut bir şeymiş gibi hissettim.
Herkes uyuyordu!
Bu benim için bir fırsat değil miydi?
Pijamalarımı klasik POST üniformalarıyla değiştirdim ve botlarımı da giydikten sonra sessizce yatakhaneden ayrıldım. Tan'a gidecektim. Karanlık bir odada bırakılmam veya "su" denen cezayı almam önemli değildi.
Lider'in gönderdiği kişilerden olduğumuz için bizi öldüremeyeceklerini biliyordum, Tan sadece korkaklık ediyordu.
Kameraların dikkatini çekmemek için yavaş ve sakin yürüyordum. İşe yarıyor muydu bilmiyorum ama ikinci seferde de Tan'ın yanına giderken yakalanmamıştım, bir şekilde yarıyor olmalıydı.
"YATAKHANE" yazan sapağa girdiğimde kalp atışlarım hızlanmıştı ve kulaklarıma basınç yapıyordu. Bu kez de yakalanmamak için içimden dualar ediyordum, sonuçta iyilik peşindeydim. Tanrı bana yardım ederdi, değil mi?
Gözlerim 278. odayı arıyordu. Geçen seferden hatırladığım kadarıyla 278. oda sol taraftaydı, bu yüzden sağ taraftaki kapıları inceleyerek zaman kaybetmiyordum. Numaralar gözümün önünden hızla kayarken 278. odayı aralarından seçebilmiştim. Kapı aralık değildi ve dışarıdan da sadece yetkili kartlarla açılıyordu. Yine de karamsarlığımı bir kenara bırakıp kapı kolunu yavaşça çevirdim.
Tahmin ettiğim gibi kapı açılmamıştı.
Neden kızlarla erkekleri bu kadar ayırıyorlardı ki? Sonuçta POST askerlerinin de bir şekilde nesillerini devam ettirmeleri gerekiyordu, öyle değil mi? Aklımdan bir anlığına evlilik için izin verilip verilmediği sorusu geçse de bunu hızla savuşturdum. Kapıyı açmaya odaklanmalıydım, ama hiçbir yolu yoktu.
Kapıyı sessizce iki kez tıklattım. Sadece Tan'ın duymasını umuyordum fakat henüz hareket yoktu. Aynı şekilde tekrar çaldım, yine bir şey değişmemişti.
Birkaç kez daha denesem de hiçbir hareketlenme olmamıştı. Sarı ışıkların rengi koyulaşırken uyanma vaktinin yaklaştığını anlamıştım, bu yüzden daha fazla oyalanamazdım. Asık suratımla son kez kapıya baktıktan sonra çabukcak çıkışa doğru ilerlemeye başladım.
Yatağıma dönmek yerine geçen sefer çıktığım çatı katına çıkmayı tercih etmiştim. Işıklar tamamen renk değiştirene kadar yatağıma dönebilirdim. Günün aydığını sadece sabah olunca yanan sarı loş ışıktan anlayabiliyordum. Pencereler yerine led ışıklar vardı. Geceleri kırmızı yanıyordu, yemek vakti geldiğinde mavi, antrenman zamanında turuncu...
Merdivenleri iştahla tırmanırken kar manzarasını tekrar görmek için sabırsızlanıyordum. Tesiste neden hiç pencere olmadığı bir anlığına aklımı kurcalasa da bu düşünce merdivenleri çıkarken aklımın derinliklerine karışmıştı. POST'un elbette bunun için mantıklı bir açıklaması vardı, sadece ben bilmiyordum.
Kapıya yaklaştıkça iki kişinin konuşma sesini duyar gibi olmuştum, bu yüzden kapıyı ittirip direkt girmek yerine kapıya yaklaşıp kulak kesildim. Konuşanlardan biri Tan'dı. "Tamamen bizden olduğunu bilmemiz gerek." dedi Tan'ın konuştuğu kişi. "Arkadaşımı size gammazladım. Başka nasıl kanıtlayabilirim?" dedi Tan sıkıntıyla. Sözlerini dikkatle seçiyor gibiydi. Bu yüzden yavaş konuşuyordu. "Biliyorum evlat, elbette bu güven verici bir hareket fakat yeterli değil."
Sıkıntılı bir nefes sesi duyuldu, ardından Tan tekrar konuşmaya başladı. "Ne isterseniz yapmaya hazırım efendim." dedi ciddi bir ses tonuyla.
"Kızı öldür." dedi karşısındaki adam.
Sesi çok net ve tereddütsüzdü.
"Evet, bu gerekli. Kızı öldür. O bir isyankar, cezalandırılmalı! Kameraların çektiğini bile umursamadan, korkusuzca hareket edebiliyor. Bu bize uygun değil evlat! Cesurlukla korkusuzluk bir tutulamaz! Korkusuzlar POST için sonu getirebilirler." Benden bahsedildiğini biliyordum. Bu zamana kadar beni hep görmüşler miydi yani? Başından beri Tan'a gittiğimi biliyorlardıysa neden hiç kimse beni engellememişti? Kafamda dönen soruları midemi bulandırmıştı.
Tan bir süre sessizliğini korudu. Yine aynı sıkıntılı nefesten sonra "Yapacağım." diye bir ses duyuldu. Bir insanı öldürmekten bahsediyorlardı, beni öldürmekten bahsediyorlardı... Tan ne zaman bu kadar kalpsiz birine dönüşmüştü? Tüylerimin havaya kalktığını hissettim. "Tamam! Arkadaşımı öldüreceğim, bunu yapacağım."
Gerisini duymama gerek yoktu, ışıklar da iyice koyulaşmaya başlamıştı zaten. Gözümden akan yaşlar yanağıma doğru süzülürken kolumun tersiyle yanaklarımı kuruladım ve az önce hızla tırmandığım merdivenleri sakin adımlarla indim. Konuşulanları dinlediğimi bile kameralardan rahatça görebilirlerdi, olacakları engellememin hiçbir yolu yoktu.
Çoktan ölmüştüm. O kapının ardında durup konuşulanları dinlemeye başladığım andan beri zaten ölüydüm.
Her şeyi kabullenebilirdim. İsyankar olduğumu, POST'un beni öldürmek isteyişini hatta saçlarımın kesilmesini bile. Ama en güvendiğim insan tarafından POST adına öldürülmeyi kabullenemezdim.
Halsiz ve tembel adımlarla yatakhaneye dönmüştüm. Gözlerim koridorda boş boş gidip gelirken ne düşündüğümü bile bilmiyordum. Tabii yatağıma girip, yorganı kafama çektikten sonra çığlık çığlığa ağlamak bir düşünce sayılmazsa.
Cebime sıkıştırdığım oda kartını girişteki makinaya okuttuktan sonra içeri girdim ve yatağıma oturdum.
Babam ve kardeşlerimin ölüm haberi geldiği zamandaki gibi hissediyordum. Daha doğrusu buna his denmezdi, hissiz hissediyordum. Uzuvlarım sanki benden bağımsız hareket ediyordu, beni ben değil de başkası kontrol ediyordu.
Tan'ı nasıl ikna etmiş olabilirlerdi ki? Belki de başından beri onlara çalışıyordu. Belki de kasabada telefonu olan sayılı insanlardan biri olmasının nedeni de buydu.
Bu zamana kadar yaptığı hareketleri tarttım kafamda. Daha önce POST askerlerine benzer davranışlarda bulunmuş muydu? Anımsayamayacak kadar çökmüş hissediyordum.
Annem ve kardeşlerim geldi aklıma. Tan onları öldürmüş olabilir miydi? Bana klinik odasında iyi olduklarını söylerken yalan atıyordu belki.
Belki de onlardan olduğunu bu şekilde ispatlamıştı, ilk görevi buydu...
Düşünceler art arda gelen yağmur damlaları gibi durmak bilmiyordu ve her düşünce beni biraz daha yıkıyordu.
"Arkadaşımı size gammazladım." demişti. Luna'yla Dokunulmaz'a çıktığımız günü mü kastetmişti?
Peki Tan beni ne zaman öldürecekti? Kendimi ona teslim etmeli miydim yoksa direnmeli miydim?
Hayır, her zaman yaptığım gibi direnecektim. Tan artık farklı değildi benim için. Nefret duyduğum POST askerlerinden biriydi sadece.
Basit bir POST askeri.
---------------------------------------------
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İŞGAL/TAMAMLANDI
Fiksi Ilmiah2042 yılında başlayan kuraklık nedeniyle insanların birbirlerini öldürmeye başladığı ve devletlerin yok olma kaygısıyla çıldırdığı bir dünya oluşmuştur. Ülke sınırlarından çıkan devletler yeni sömürgeler edinmek için adeta yarışa girmiştir. Sömürge...