• 19. BÖLÜM • "DÖRT" •

1.1K 88 34
                                    

---------------------------------------------

"Sistem dediğin de ne oluyor?" diye sordum Tan'a, boş koridorda ilerlediğimiz sırada. Yanıma ilk ulaştığında sistem hakkında bir şeyler zırvalamıştı fakat o zaman ne dediğini anlayamayacak kadar kafam karışıktı. "Profesör'ün bahsettiği şu tablet var ya, tesisin alarm ve kamera sistemine bağlıymış." Kaşlarım merakla havaya dikilirken, beklentiyle Tan'a bakmaya devam ettim. "Ee?" dedim. "Ee'si, tablete giriş yapabilen tek kişi bendim bildiğin gibi, o da tableti tesisin güvenlik sistemlerine bağladı. Gerçekten de becerikli biri, yine de hala ona güvenmiyorum." Tan'ın dediğine cevap vermedim. Demek böylesine rahat hareket edebilmemizin sebebi buydu, kameralar dahi bizi göremiyordu. Profesör'ün yaptığı şey beni de etkilemişti.

Ama güven konusunda Tan'la hem fikir olduğumdan şüphe ediyordum. Profesör'e en başında bende güvenemiyordum fakat kötü biri olsa, Tan ile bir olup beni kurtarır mıydı? Lider'e yakalanmak demek, ölmek demekti. Kötü biri bu riski göze alır mıydı?

Hiç sanmıyordum.

Koridorda ilerlemeye devam ettik, içimde garip bir sıkıntı hissi vardı. Göğsümü sıkan ve nefes almamı zorlaştıran hissiyat gittikçe boynumdan tırmanıyor gibiydi. Bu nedenle bazen derin nefesler çekiyor ve ciğerlerimi rahatlatmaya çalışıyordum. "İyi misin?" dedi Tan, nefeslerimden dolayı telaşlanmış olmalıydı. "İyiyim, merak etme." diye yanıtladım sorusunu. Kafa salladığında, aklımı kurcalayan düşünceyi dile getirdim. "Kameraların bizi göremediğini anlıyorum fakat etrafın bu kadar sessiz olması tuhaf değil mi sence de?" Tan, dudaklarını bükerken onaylar bir ifadeyle bana döndü. "Haklısın. Burası tesisin pek kullanılmayan kısmı aslında ama seni kontrol etmek için bile kimseler yok. Gerçekten garip."

Daha fazla konuşmaya gerek yoktu, gidişat iyiyi gösteriyor gibi değildi. Zaten bu zamana kadar iyi olan ne görmüştük ki? Kötü şeylerin olacağını şimdiden hissediyordum. Büyük ihtimalle ciğerlerimin birinin avucunun içinde eziliyormuş hissi vermesinin nedeni de buydu.

Yarı aydınlık koridorda ilerlerken, aklıma tekrardan ailem düştü. Tan'ın dediğine göre ailem hayattaydı, eğer öyleyse şu anda ne haldelerdi? Neredelerdi? İyi şartlarda mı tutuluyorlardı?

Anneme ait olan o ses kaydı kulaklarımda çınladığında, gözlerim tekrar dolmuştu. Her şey psikolojik bir oyundan fazlası olmalıydı, teknoloji uzun zamandır gelişmiş bir durumdaydı ve ses yapay olarak üretilmiş de olabilirdi fakat bu ihtimal içimi rahatlatamayacak kadar zayıftı. Konuşan ses o kadar gerçek ve anneminkiyle aynıydı ki, duyan birinin sahte olduğunu söylemesine imkan yoktu.

Sıkıntıyla iç geçirdim.

Ailemin hayatta olduğuna inanmam gerekiyordu, aksi halde yaşamam için bir nedenim kalmazdı. Bu da Tan ve Profesör'ün beni kurtarmak için boşa çaba sarfetmesi demekti. Onların da hayatını yok yere riske atmak şımarıklık ve nankörlük olurdu doğrusu. Düşünmeyi bırakarak başka şeylere odaklanmaya çalıştım.

Bakışlarım kolumdaki beyaz sargıya kaydı. Yara hala açık olduğundan sızlıyor ve ağrıyordu. Ayrıca sargının üzerine kan çıkmıştı. Vücudumun direnci son zamanlarda iyice düştüğünden, kaybettiğim kan kendimi halsiz hissetmeme neden oluyordu. Tan, kolumdaki sargıyı incelediğimi anlamış olacak ki "Az kaldı, sabret." diyerek bana teselli vermeye çalıştı. Tepkisiz bir suratla ona bakmaktan başka şey yapmadım. Etraftaki ölümcül sessizlik sinirimi bozmuştu.

İŞGAL/TAMAMLANDIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin