---------------------------------------------
Çok geçmişti.
Saniyeler dakikaları, dakikalar saatleri kovalamıştı fakat her şey hala aynıydı.
Önümde duran dört beden, eskisinden de katı ve soğuktu. Gördüklerimin gerçek olduğunu yavaş yavaş kabullenmeye başlamıştım. Bir kabus bu kadar uzun süremezdi, Lider'in blöfü olmadığı da belliydi. Onlar benim ailemdi. Annemden ve kardeşlerimden başkası olamazlardı. Onlardı işte. Ne kadar istemesem de gerçek buydu.
"Kalk artık." dedi, omzuma dokunan Tan. Dizlerimin arasına sıkıştırdığım kafamı rahatsızca oynattım. "Alya, sana diyorum." Cevap vermedim. Tek kelime edecek halim yoktu. Zaten istemiyordum da.
"Alya!"
Dizlerimin arasına sıkıştırdığım kafamı aceleyle kaldırdım ve Tan'a baktım. "Ne? Ne var!" Tepkimle birlikte Tan da benim gibi yere çöktü. Kaşları çatık ve çenesi gergindi. "Onları daha ne kadar böyle tutacaksın? Daha ne kadar bekleyecekler bu halde?" Gözlerimden akan yaşları kolumun tersiyle sildim ve dudaklarımı yaladıktan sonra Tan'a döndüm.
"Git başımdan."
Kafamı tekrar dizlerime yasladım ve kollarımı bacaklarımın etrafına doladım. "Bedenlerini Profesör'le beraber götüreceğiz ve güzel bir yere defnedeceğiz. Geliyor musun?" Duyduğum şeyle beraber beklemeden ayağa kalktım. "Ailemi rahat bırak. Onlar ölmedi."
Söylediğime ben bile inanmıyordum.
Tan beni umursamadan yere eğildi ve annemin hala açıkta olan yüzünü kapattı. Onları gerçekten de götürecekti. Sinirden ne yapacağımı bilemiyordum, eğildim ve yerden bir avuç toprak alıp Tan'a fırlattım.
"Bırak dedim!"
Tan'ı çileden çıkartmış olmalıydım. Üzerime doğru yavaş ama kararlı adımlarla gelmeye başlamıştı. "Sadece sen üzgünsün, öyle mi? Sadece sen aileni kaybettin!" Eliyle annemi işaret etti. "Ona ben de anne diyordum!" Gözlerinden süzen yaşlar onu ele veriyordu. Ne kadar sağlam durmaya çalışsa da, başaramıyordu. "Onlar benim de kardeşlerimdi! Ben onları... Onları gömerken zevk mi alacağım sence? Yine de yapmak zorundayım, çünkü beklemek onları geri getirmeyecek!"
Hırsla dudaklarını dişledi ve elini saçlarına geçirdi. Gözlerini tekrardan üzerime çevirdiğinde ürkmüştüm. "Şimdi, en azından ölülerine saygı duymamız gerekmez mi? Bunu borçluyuz. Çocuk gibi davranmayı kes artık!"
Dudaklarımı birbirine bastırdım. Burnumdan soluyordum. Haklı olması beni sinirlendirmişti.
Doğruları duymak içimdeki öfkeyi alevlendirmişti. Öyle ki, göz yaşlarım bile aniden durmuştu.
Az önce bana yaptığı gibi, ona adım adım yaklaştım ve gözlerimi gözlerine kilitledim. Sonrasında avazım çıktığı kadar çığlık attım. Ciğerlerimdeki hava tükenene, çenelerim ağırana kadar bağırdım.
•••
"Yaran mikrop kapmak üzereymiş, bu ilaçlar sızısını alacaktır." dedi Profesör, kolumdaki yaranın üzerine bir şeyler sürerken. İşini bitirip, yeni bir gazlı bezle üzerini kapattı ve bantladı.
Hava çoktan kararmıştı. Ailemi çiçekli bir köşeye defnettikten sonra oradan uzaklaşmış ve kuru toprağın üzerine ateş yakmıştık. Muhtemelen geceyi burada geçirecektik. Geldiğimizden beri Tan da benim gibiydi, hiç konuşmuyordu. İçimizde her şeye rağmen konuşabilen tek kişi Profesör'dü. Kafamızı dağıtmak için farklı konulardan bahsetmeye çalışıyordu fakat bizden cevap alamayınca susuyordu. Ne kadar yeni tanışıyor olsak da, annemi ve kardeşlerimi gömdüğümüz sırada onun da ağladığını görmüştüm. Bize acıyor olmalıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İŞGAL/TAMAMLANDI
Science Fiction2042 yılında başlayan kuraklık nedeniyle insanların birbirlerini öldürmeye başladığı ve devletlerin yok olma kaygısıyla çıldırdığı bir dünya oluşmuştur. Ülke sınırlarından çıkan devletler yeni sömürgeler edinmek için adeta yarışa girmiştir. Sömürge...