---------------------------------------------
Ara sokakta gizlenmeyi kesip koşmaya başlamıştık. Küf kokan sokağın kokusunu durmadan içime çekmekten usanmıştım, nefes nefese ''Bekle.'' dedim önden giden Tan'a. Ellerimi dizlerime dayarken soluklanıyordum. Tan, ikazımın ardından olduğu yerde dikilip bana döndü. ''Dinlendiysen gidelim.'' dedi. Cümlesi netti. Onaylarcasına kafamı salladım ve koşmaya devam ettim. Tan, benden sonra başlamıştı ama önüme geçmişti.
Onu ailem için bu kadar çabalarken görmek hoşuma gitmişti. Geleceklerini öğrendiği zaman bana söylemeden gidebilirdi, köylüler olmadan gitmeyeceğimi söylediğim zamanda da gidebilirdi. Ama o burada benimle kalmayı tercih etmişti. Başımıza ne gelecekse, sonumuz ne olacaksa birlikte olacaktı. Sanki beni bu hayatta bunca şeyle bir başıma bırakmış babamın ve kardeşlerimin boşluğunu dolduruyordu. Onu çok kısa zamandır tanıyordum ama daha uzun hissettiriyordu.
Bizim evin kapısına geldiğimizde beklemeden tahta kapıyı kırarcasına açtım. Artık bu evle ilgili şeylerin zarar görmesini umursamıyordum. Zaten biraz daha burada kalırsak, içinde yaşayacak bir aile olmayacaktı. İçeri girdiğimde Tan'da peşimden geldi.
Annem bu anı beklermiş gibi bir kolunda hazırladığı çanta, diğer kolunda ise Evren ayakta dikilmiş bana bakıyordu. Yüzündeki buruk ifade ne kadar acınası bir durumda olduğumuzu gün yüzüne vuruyordu. Aceleyle yanıma gelen Gece'nin elini tuttum. Tan, Kayra'yı hiç tanımadığı halde, ailedenmiş gibi elini tutarak sahiplenmişti bile. ''Gidelim.'' dedi Tan'ın kadifemsi sesi. Annem tepki vermeden çıktı, ardından Tan çıktığında evin kapısını kapatarak ben de evden ayrıldım. Ormana doğru yürüyorduk. Birden adımlarımı durdurup arkama baktım. 5 yıldır yaşadığım bu köyden resmen gidiyordum. Tüm felaketlerimi, acılarımı burada yaşamıştım. Babama ve kardeşlerime bir kez daha veda ediyor gibi hissetmiştim.
Tekrar önüme dönerken adımlarıma hız kattım. Ne olursa olsun bu köyden gitmeliydik. Ailemin geri kalan fertlerini de kaybetmek gibi bir niyetim yoktu. Bir anlığına Evren'i ve Gece'yi ölmüş olarak hayal ettim. Bu düşünce o kadar gerçek gelmişti ki, gözlerimin dolduğunu hissettim. Boşta olan elimle kimseye belli etmeden gözlerimi kuruladım.
Tan'ın önderliğinde ilerlemeye devam ediyorduk. Adımlarımızın toprak zeminle buluştuğunu görünce içime su serpilmişti.
Şimdi tek yapmamız gereken ormanı aşmaktı. Daha öncelerinde köyde ''Koruyucu Devlet'' adında bir dedikodu döndüğünü duymuştum. Belki gün aydığında oraya giderdik, şu anlık amacımız köyden uzaklaşmak ve geceyi ormanın tenha bir köşesinde geçirmekti.
Etrafta kulak tırmalayıcı bir sessizlik vardı, tabii bu sessizlik maalesef uzun sürmemişti. Arkamızdan gelen telsiz sesleri tehlikede olduğumuzun sinyallerini veriyordu. Tan'la göz göze geldik ve aramızda kısa bir bakışma geçti. ''Sessiz olalım ve yapraklara veya dallara basmadan ilerlemeye devam edelim. İleride bir ağacın arkasına saklanır gitmelerini bekleriz. Endişelenmeyin.''
Tabii altı kişinin arkasına saklanacağı kadar büyük bir ağaç bulursak.
Tan ne kadar sakin görünmeye çalışsa da korktuğunu ve gerildiğini yüzünde görebiliyordum. İyi şeyşer düşünmediği her halinden belliydi, kafasının içinde dönen çarkların sesini işittiğime yemin edebilirdim. Yine de bu konuda yorum yapmak yerine ilerlemeye devam ettim. Evren bile durumun ciddiyetini anlamış gibiydi, normalde bebeklerin yaptığı gibi mızmızlanmıyordu. Gece ve Kayra ise yaşıtlarının göstermeyeceği olgunluktaydılar.
Ormanın derinliklerine ilerledikçe görüş alanımız daralıyor, orman daha da kararıyordu. Önümüzü görmek neredeyse imkansız gibiydi. Adımlarımı görerek değil, hissederek atmaya başlamıştım.
Beklenmedik bir şekilde bizi bu zamana kadar örtbas eden ormanın yerimizi açık etmek istercesine annemin önüne büyükçe bir taş çıkartması, annemin sendelemesine ve dolayısıyla ağaçların sarkan dallarından birinin Evren'in kafasına sürtmesine neden olmuştu. Evren şu anda yapılması gereken en son şeyi yapıyordu, çığlıklarla ağlıyordu. Bu görüntü karşısında elimden kahrolmaktan başka bir şey gelmiyordu. ''Hayır...'' diye fısıldayabilmiştim. Sesimdeki çaresizlik beni bile şaşırtmıştı.
Çok geçmeden telsiz sesini sanki yanımdaymış gibi işitmiştim.
Yosun tutmuş ağaçların gövdesinde gezinen beyaz fener ışığı sonunda hedefini bulmuş gibi suratımın ortasında durduğunda gözlerimi kısarak o yöne doğru baktım. Tek elimi kaldırarak göz çevremi gölgelediğimde, önümde duran askeri görmeye çalışıyordum. Silüetten oluşan asker telsizden diğerlerine de haber verdiğinden karşımızdan gelen ışık şiddeti artmıştı. Artık görmem daha imkansızdı. En önlerinde duran ve bizi bulduğunu bildiğim asker ''Planlı Ordu Soy Taarruzu'ndan kaçabileceğinizi düşünecek kadar aptal olamazsınız!'' dedi.
Bizi öldürecekler diye düşündüm. Bizi fena halde öldürecekler.
---------------------------------------------
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İŞGAL/TAMAMLANDI
Science Fiction2042 yılında başlayan kuraklık nedeniyle insanların birbirlerini öldürmeye başladığı ve devletlerin yok olma kaygısıyla çıldırdığı bir dünya oluşmuştur. Ülke sınırlarından çıkan devletler yeni sömürgeler edinmek için adeta yarışa girmiştir. Sömürge...