---------------------------------------------
Gözlerimi aralarken nerede olduğumu kestirmeye çalışıyordum. Yüzümü yalayıp geçen rüzgardan kapalı bir alanda olmadığımı anlamıştım, bu da tesiste değilim demekti.
Gözlerimi ovuşturdum ve olduğum yerde doğrulduktan sonra tembelce etrafta bakındım. Bezden yapılmış bir çadırın içindeydim, gözlerim bacağımdaki yaraya kaydı. Pantolonumun yaraya yakın kısmı düzgünce kesilmiş ve yaranın üstü sarılmıştı. Acımıyordu ama sargının üzerine kan çıkmıştı.
Çadırda benim gibi yaralanan bir sürü insan vardı. Acı iniltileri uğultu olarak etrafa yayılıyordu.
Tan'ı bulma umuduyla bir kez daha etrafı taradım ama yoktu. Endişeyle oturduğum sedyeden kalktım. Yere bastığımda bacağım sızlamıştı, yüzümü ekşitirken ağırlığımı sağlam bacağıma verdim. Gitmek zorundaydım. Tan'ı da benimle getirdiklerinden emin olmak zorundaydım.
"Dur, ne yapıyorsun?" dedi ince bir ses. Onu aldırmadım, sesin ne yönden ya da kim tarafından geldiğini bile bilmiyordum. Tek düşünebildiğim Tan'ı bulmak zorunda olduğumdu. İlerleyeceğim sırada sesin sahibi olan kız söylenerek kolumdan kavradı. "Şimdi ayağa kalkamazsın, hem yaran kanıyor. Nereye gidiyorsun?" Kafamı iki yana salladım. "Ben iyiyim, arkadaşımı bulmam gerek." Tuttuğu kolumu ellerinden kurtardım ve ileriye bir adım attım. Önümde durarak yolumu kesti, yüzü gergindi. "Yaranı yeniden sarmalıyız, lütfen oturur musun?" Kolumu tekrar kavrayarak çekelemeye çalıştı.
"Bırak beni!" diye bağırdım. Çadırdakilerin dikkatini çekmiş olmalıydım, aksi takdirde tüm kafaların bana dönük olmasının başka sebebi yoktu. Beni tutan kız ellerini kolumdan çekerken ilk defa birine bağırdığım için suçluluk duymuyordum. Gitmek için tekrar harekete geçecektim ki gür bir ses "Burada ne oluyor?" diye sordu şaşkınlıkla.
Umutsuzca omuzlarımı düşürdüm. "Profesör, yarası iyileşmemiş ve a-" Profesör dediği kişi kızın omzunu sıvazladı ve onu rahatlatmak ister gibi yavaşça gözünü açıp kapayarak gülümsedi. "Ben hallederim, sen diğer hastalarla ilgilen." Kadın itaatkarca başını sallayıp uzaklaşırken gözümün seyirdiğini hissettim. Bu insanlar kimdi ve beni neden rahat bırakmıyorlardı? Köylülerden olmalıydılar.
Aniden, tesisin kapıları açıldığında köylülerin içeri hücum edişini anımsadım. Vurulan köylüler, vurulan POST askerleri... O kaostan nasıl sağ çıkmıştık? Köylüler üzerimizde POST üniformaları varken bizi neden kurtarmıştı?
"Sorun nedir?" dedi uzun boylu adam. Beyaz teninin kusursuzluğunu yüzünde çıkan çiller gölgeliyordu, saçları kıvırcıktı ve turuncu-sarı arası kararsız bir tonda sıkışmıştı. Ela gözleri üzerimde gidip gelirken kalktığım sedyeye tekrar oturdum. Sakince derdimi anlatırsam belki bana yardımcı olabilirdi, Profesör dendiğine göre kıdemli biriydi.
Bana Tan'ın nerede olduğunu söyleyebilirdi.
Oturduğumda gözleri sargılı bacağıma kaydı. "Ah," dedi, ince dudakları her an konuşmaya başlayacakmış gibi aralıktı. "Genelde bu işleri ben yapmam ama bir bakayım." Sargıyı küçük bir makasla kesmeye başlamıştı, dokunuşları çok nazikti. Sargıyı kesmeye devam ediyorken gözlerini gözlerime dikti. "Ee, neden o zavallı kıza bağırdığını söylemeyecek misin?" Yüzünde belli belirsiz bir tebessüm vardı.
Uzun zamadır tanışıyormuşuz gibi davranması garibime gitmişti. Yerimde rahatsızca kıpırdandım. "Şey," dedim, beklentiyle yüzüme bakmaya devam ediyordu. "Arkadaşımı arıyordum." Kaşları şaşkınlıkla yukarı kalkarken gülümsedi. Gözlerini bacağıma indirip yaptığı şeye devam etti. "Arkadaşın demek," dedi alayla. Beyaz pamuğa kahverengi sıvıyı boşaltırken onu izledim. Mikrop kırıcı bir solüsyon olmalıydı. "Kurşun sıyırmış, yoksa daha kötü bir durumda olabilirdin." Az önceki alaylı ses tonuna karşı kaşlarım istemsizce çatılmıştı. "Neye güldünüz, Profesör." dedim iğneleyici bir şekilde.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İŞGAL/TAMAMLANDI
Science Fiction2042 yılında başlayan kuraklık nedeniyle insanların birbirlerini öldürmeye başladığı ve devletlerin yok olma kaygısıyla çıldırdığı bir dünya oluşmuştur. Ülke sınırlarından çıkan devletler yeni sömürgeler edinmek için adeta yarışa girmiştir. Sömürge...