• 23. BÖLÜM • "VARIŞ" •

310 23 7
                                    

--------------------------------------------- 

Fötrlü'nün arkadaşı başta tereddüt etse de, havaya ateş açmamla beraber korkuyla gözlerini irileştirerek bana baktıktan sonra, silahını yere bıraktı ve ayağıyla da iki adım kadar ileri ittirdi. Memnunca ona baktım ve "Aferin, şimdi de siz ikiniz açtığınız çukurdan arkadaşımızı kurtaracaksınız." dedim. Adam ağzının içinde gevelediği sözlerle kafasını çukura çevirdi. Çıkış yolu düşünür gibiydi.

Dizlerinin üzerine çökmüş şekilde duran Fötrlü'yü ayağımla tekmeledim. "Bugün kalkacak mısın yerinden?" İtişimle beraber dengesini kaybetti ve dirseklerine kadar çamura girdi. Kafasını bir süre yere bakar şekilde tuttuktan sonra, çamur bulaşmış ellerini üzerine sildi ve ayağa kalktı. ''Nasıl kurtaracakmışız?'' dedi Fötrlü, burnundan hızla solurken. ''Tuzağı kurmayı akıl edecek kadar zekiysen, kurtarmayı da biliyorsundur diye düşünüyorum.'' dedim yan bir sırıtışla. İkisi de birbirlerine baktı, sanki bakışlarıyla anlaşıyor gibiydiler. Tan da bana destek olmak için yerde duran diğer tüfeği almış ve onlara çevirmişti. Daha sonra Fötrlü'nün arkadaşı olacak kişi çantasını önüne indirerek içinden uzun ve kalın bir halat çıkarttı. Halatın bir ucunu çukura attıktan sonra yüzeyde kalan kısmını da beline doladı. Çukura eğilip ''Halatı beline sıkıca bağla, seni yukarı çekeceğiz.'' diye bağırdı. Profesör, denileni onayladı.

''Siz ikiniz de beni var gücünüzle çekin.'' dedi Fötrlü'nün yandaşı, Tan ve Fötrlü'ye bakıyordu. Tan şaşkınca işin ucunun kendine nasıl dokunduğunu sorgularcasına bana baktı, hafifçe omuz silktim. Profesör'ü kurtarmak için daha fazla güç gerekiyorsa, elimden Tan'ı kayırmak namına bir şey gelmezdi.

Profesör halata bağlandığını bildirdiğinde, ben hariç herkes Profesör'ü kurtarmak için uğraşır durumdaydı. İpi kendine bağlamış olan adam kıpkırmızı kesilmişti. Yumuşak toprak attığı adımlar yüzünden eşeleniyordu, Tan ve Fötrlü'nün de ondan pek farkı yoktu.

Uzun süren çabalar sonucunda Profesör'ü çukurdan çıkarabilmişlerdi. Üçü de yorgunluktan yere yığıldığında aceleyle üstü başı toprak olmuş Profesör'e doğru koştum. ''İyi misin?'' dedim endişeli bir tonla. O da yorgun görünüyordu, hızlı nefeslerinin arasında başını sallayabilmişti. Gerçekten iyi görünüyordu, birkaç yerinde ufak sıyrıklar vardı ama büyük çaplı bir hasar almamıştı. Ayağa kalktık ve elimi uzatarak onun da kucakladığı çamurdan kalkmasına yardımcı oldum. Tan da biraz soluklandıktan sonra silahıyla beraber adamların başında dikilir vaziyete geçmişti. ''Ne zamandır takip ediyorsunuz bizi?'' dedi Tan. Fötrlü ve arkadaşı sırt sırta vermiş, halsizce Tan'a bakıyorlardı. ''Tesisten çıktığınız günden beri.'' dedi Fötrlü. ''Neden peki?'' diye atıldım sitemkar bir tonla.

''Çünkü şüpheli görünüyorsunuz, siz ajansınız.'' Tan adamın dediğine tebessüm etti, zevk alır bir ifadeden uzaktı yüzü. Daha çok siniri bozulmuş gibiydi. ''Nereden geliyorsunuz? Köylerden birinde mi yaşıyorsunuz?'' dedi Tan. Bu soruya ikisi de cevap vermedi. ''Size soruyorum.'' diyerek de yeniledi. ''Bu bilgi gizli.'' 

Tan aldığı yanıt karşılığında tüfeğin namlusunu adamın alnına dayadı. ''Öyle mi? Hala gizli mi?'' Profesör tek camı çatlamış gözlüğünü pek de temiz olmayan tişörtüyle silerken adamlara doğru bir adım attı. Hala onlara bakmıyordu ve Tan ile benim aksime çok sakin tavırlar sergiliyordu. ''Güvenli Bölge'den misiniz?'' dedi. İkisi de sessiz kaldı ama Güvenli Bölge lafını duydukları an oturdukları yerden doğruldukları gözle görülür derecede belirgin bir hareketti. Bunun ardından ''Adamlar Güvenli Bölge'den.'' diye doğruladı Profesör. '' Güvenli Bölge böyle salaklara mı dolu yani?'' dedi Tan hayal kırıklığına uğramışçasına. Haksız sayılmazdı. Herhangi bir köyden olduklarını söyleseler belki nereden geldikleri hala gizli bir bilgi olarak kalacaktı. ''Önemi yok, bizi oraya götüreceksiniz.'' Fötrlü kahkaha attı. ''İmkanı yok, isterseniz bizi öldürün. Eğer sizin gibi ajanları oraya götürürsek zaten bizi orada öldürecekler.'' İç geçirdim. ''Biz ajan  değiliz, Güvenli Bölge'yi arıyorduk. Bizi takip eden sizsiniz, bahsettiğimiz yere yaklaştığımızı da anlamış olmalısınız. POST bu bilgiye erişemiyorsa, yolladığı ajanların erişmesini nasıl beklersiniz?'' Adamlar ikna olmuş görünmüyordu, sinirden ağlamaya başlamıştım. Bu huyumdan nefret etsem de engel olamıyordum. Diz çöktüm, onlarla daha içten konuşmak istiyordum. Boğazımdaki yumru ve gözlerimden akan yaşları umursamadan devam ettim. "POST iki kardeşimi ve annemi öldürdü, kardeşlerimden birisi daha bebekti ve diğeri de küçücük çocuktu! İnat etmeyi bırakın, bu adam... " Profesör'ü işaret ettim. "Daha önce POST'la çalıştı ve şimdi bizim tarafımızda. Lütfen bırakın da size, birbirimize yardım edelim..." Yalvarıyor olmak hoşuma gitmese de şimdilik başka çarem yok gibiydi, bir kez daha "Lütfen..." diye fısıldadıktan sonra çömelmeyi bırakarak kendimi toprağa bıraktım.

Uzun süre geçmeden Tan teselli vermek için olacak, sırtımı sıvazlamaya başladı ve hıçkırıklarım arasında beni tekrardan ayağa kaldırdı. O bir ağacın gölgesinde beni telkin edip sakinleştirmeye çalışırken, Profesör adamlarla hararetli bir tartışmaya girmişti. Ne dediklerini anlayamayacak kadar bezmiş hissediyordum ve söylediklerini dinleme gereği duymuyordum. Tan'a sarıldım, o da bana sarıldı ve bir süre onun omzuna gömülerek ağladım. Çaresizlik hissi her zayıf anımda baskın geliyor ve kafamda kurduğum tüm intikam planlarını yıkıyordu. Stabil kalamamak, sürekli düşüncelerimle bir cebelleşme içerisinde olmak fiziksel açıdan yorgun olan bedenimin, mental açıdan bozulmuşluğunu arttırıyordu. Nereye kadar dayanacaktım? Zaten dayanabilecek miydim ki? Hayatım benim elimde miydi? Böyle bir karmaşa içerisinde yaşamamın anlamı neydi? Cevapları ancak Tanrı'ya kavuştuğumda alabilecektim belki, belki de Tanrı artık POST'du ve kimseye hesap da vermiyordu.

Çok geçmeden Profesör yanımıza geldi ve Tan ile birbirimize yapıştırdığımız bedenlerimizi ayırdık ama hala el ele tutuşuyorduk. "Bizi götürmeye ikna oldular, onları bağlamamamız şartıyla ama silahları bizde kalabilecek." Tan tatmin olmuşçasına kafasını salladı. "Tamam öyle yapalım, yine de üstlerini arayalım ve başka silahları olmadığına emin olalım derim." dedi Tan, daha sonra elimi bıraktı ve Profesör'le beraber iki adamın bedenini el yordamıyla kontrol ettiler. Adamların da iddia ettikleri gibi, üzerlerinde başka ölümcül bir alet bulunamamıştı.

Tekrar yola çıktığımızda, iki yabancı önden giderek bize rehberlik ediyordu. Tan ve Profesör hemen arkalarından devam ediyor ve onlara ait olan tüfeklerle onları uyarıyordu. Ben ise sürüye fazla uzak olmayacak şekilde arkalarından yürüyordum. Herkes yine sessizliğe bürünmüştü. Hava kararmak üzereydi ve etraf iyice serinlemişti. Hafif karanlık ormanda yürümek POST'un köyümüzü bastığı günü anımsatmıştı, ormanda onlara yakalanmamız ve bunca zaman başımıza gelenler... Yaşanılanlara bakınca, eskiden beklediğimden daha uzun hayatta kaldığımı fark ettim. İç çektim. Başarılı olabilecek miydik diye çok merak ediyordum...

Kaç dakikadır yürüyorduk bilmiyordum, bazen beynimin içerisi çok yoğun oluyorken birden hiçbir şey düşünmediğim de oluyordu. Bu hisler içerisinde, başımı yere eğmiş ilerliyorken iki adamın durduğunu fark edemedim ve böylece onlar yüzünden duraklamış olan Profesör'e çarptım. Ne olduğunu anlamaya çalışıyordum, vardığımız arazi bomboştu ve az önceki ağaçların sıklığına göre; oldukça kurak ve seyrek bir düzlüktü. "Neden durduk?" dedim. Hemen "Geldik çünkü." diye cevapladı Fötrlü. Yüzümü ekşittim ve sorgularcasına Tan ve Profesör'e baktım. Tan sinirle "Güvenli Bölge nerede? İnsanlar falan?" dedi. Gözlerimi büyütüp kafa salladım. Fötrlü tekrar konuşmaya başladı. "Yer altındalar. Onca insanı salak mı sandınız? Yer altındaki tesis olmasa şimdiye kadar uçan gözlere çoktan yakalanmıştık!" dedi. "Girişi gösterin öyleyse." dedim. "Önden gidip haber vermeliyiz." dedi Fötrlü. Dediğine güldüm. "Tabii, sonra tüfekle vurmak yerine molotoflarsınız bizi artık." Hala gülüyordum. İki yabancı da benimle beraber gülmeye başladı. Mırıltıyla "Yok daha neler, öyle şey mi olur" gibi laflar ediyorlardı. Aniden ciddileştim ve "Beraber giriyoruz." dedim. Fötrlü anlamsızca "Yeni dünyanın en çok sevdiğim özelliği ne biliyor musun?" dedi. Kaşlarımı çattım ve devam etmesini bekledim. "Herkesin aynı dili konuşması, aklıma geldi söyleyeyim dedim." dedikten sonra arkasını döndü ve yürümeye başladı. Söylediği pek yersiz olsa da, doğruydu. Yaptığı anlamsız harekete belli belirsiz gülümsemiştim.

Görülen düzlüğe doğru hep beraber ilerlemeye başlamıştık, henüz daha beş veya altı adım atmıştık ki yüksek bir sesle beraber yer titredi. Ağaçlara konmuş kuşlar rahatsız hissetmiş olacak, topluca havalandılar. Birkaç uçak tepemizde uçuyordu.

Ardından hafif kararmış olan akşam, ateş kırmızısıyla aydınlandı. Basınçla beraber geriye doğru savrularak yere düştük.

Kulaklarım çınlıyordu, burnumdan ve kulağımdan kan süzülüyordu. Savrulmanın etkisiyle vücudum acıyordu.

Serin akşam, yanmaya başlamıştı. Günlerdir ulaşmaya çalıştığımız, hayatlarımızı bu uğurda hiçe saydığımız Güvenli Bölge yanıyordu. Aynı anda peş peşe bombalanmıştı, içindeki yüzlerce insanla beraber yok oluyordu.

Bir kez daha, benim yüzümden insanlar ölmüştü.

---------------------------------------------

İŞGAL/TAMAMLANDIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin