---------------------------------------------
Havada asılı kalmıştım.
Düşmeyi ve soğuk sulara karışmayı beklediğimden, havada asılı kalmış olmam daha çok şaşırtıcı geliyordu. "Sakın kıpırdama!" diye emretti, Tan. Yüzüne vuran ay ışığı kemikli çehresini korkutucu gösteriyordu. Cevap vermedim, ne yapmam gerektiğini de bilmiyordum. Bu yüzden ne deniyorsa onu yapacaktım. Tan'ın avucunda takılan tek kolum, hayatta kalmak için yalvaran yanımın devreye girmesini sağlamıştı anlaşılan.
Tan'ın yanına diz çöken ikinci bir kişi daha ellerini bana doğru uzattı. "Hadi, tut elimi." dedi, sıcacık sesiyle. Issız ormanda yardımıma koşacak Tan'dan başka kim olabilirdi ki zaten? Gelen ikinci kişi; Profesör'dü.
Dediğine itaat ettim ve uzanarak onun da elini tuttum. Garip bir şekilde, uçurum kenarından böylece iki kolum havada sallanmak beni korkutmuyordu. Ellerimi bırakmayacaklarına emin olduğumdandı belki de, hem bıraksalar da diğer yanda ailem bekliyordu. Kaybedecek hiçbir şeyim yoktu.
"Üç dediğimde yukarı doğru çekelim." dedi, Tan. Sözleri bana lunaparktaki anları hatırlatmıştı. Baygın haldeki Profesör'ün ağır bedenini çelik platformdan kaldırmaya çalıştığımız zamanı... Burukça gülümsedim. "Bir... İki... Üç!" Az önce nasıl gülümseyebilmiştim?
İkisi de aynı anda kollarıma asıldığında, ne olduğunu bile anlayamadan kendimi toprak zeminde uzanır şekilde bulmuştum. Ağır bedenimi yukarıya çekmek güç olacak, yere serilmişlerdi. Yine de, oyalanmadan ayağa kalktılar ve beni kollarımdan destekleyerek yürür vaziyete soktular. Bu sırada Tan'ın "Şükürler olsun." diye mırıldandığını işitebilmiştim.
Bir kolumu Tan, diğer kolumu da Profesör omzuna atmıştı. Yürümeme yardımcı oluyorlardı. Vücuduma yayılan adrenalinin ve soğuk havanın getirdiği titreme etlerimin oynamasına sebep oluyordu. Güçsüz bacaklarımı kendi başıma hareket ettirmeye çalıştığım anda yere yıkılacak gibi oluyordum.
Her şeyin çok hızlı olması rüyadaymış hissi veriyordu. Sanki az sonra uyanacaktım ve küçük köyümüzdeki ahşap evimizde bulacaktım kendimi. Tüm bu olanlar rüyaydı. POST'un işgali, ailemi kaybetmem hatta Profesör... Düşündüğüm şeyin imkansızlığı kalbimin teklemesine neden oluyordu. Şimdiye kadar onca şey olmuştu ki, hangi birini kafama takacağımı bilemiyordum.
Her şeyin rüya olması üzerimdeki yükü alırdı, tek ihtiyacım buydu.
"Neden beni uyandırmadın?" dedi Profesör. "Böyle bir şeye kalkışacağını nerden bilebilirdim?" dedi Tan. Çıkışmasıyla beraber, Profesör sessiz kaldı. İçten içe homurdansa da dediği anlaşılmıyordu. "Peki sen neden yaptın bunu, Alya?" Profesör'ün bana yönelttiği soruya tepki vermedim. Sessizce yürümeye devam ettik.
Kısa sürede, uyumak için belirlediğimiz alana varmıştık.
Yumuşak bir çantayı oturmam için yere bırakan Profesör sönmeye yüz tutan ateşi tekrar alevlendirmek üzere yanımdan ayrıldı ve beni Tan'a teslim etti. Tan, yerde düzgünce konumlandırılmış çantaya dikkatli hareketlerle beni oturttu. Sırtıma da kalın bir battaniye örttükten sonra, dik durabilmem için kolunu belime sardı ve vücudumu onunkine yaslayarak bana destek oldu.
Donukça etrafa bakıyordum, ne olup bittiğini ya da ne yapmam gerektiğini idrak edemez bir durumdaydım. Ailem olmadan yaşamamın anlamı var mıydı? Onları ne şekilde öldürmüşlerdi? Beni kurtardıkları için Tan ve Profesör'e teşekkür mü etmeliydim yoksa başladığım işi bitirmek için yeni bir plan mı yapmalıydım?
Hem, beni kurtarmış sayılırlar mıydı?
İçimden ağlamak geliyordu fakat ağlayamıyordum da. Ne yapacaktım?
Tan'ın saçlarımın arasına kondurduğu öpücükle düşüncelerimden sıyrılmıştım. "Seni kaybedeceğimi sandım." dedi. Sesi ağlamaklı geliyordu. Ardından kafasını omzuma gömdü, köprücüğüme düşen birkaç damla da ağladığını kanıtlar nitelikteydi. Ne demem gerektiğini bilmiyordum, boşluğu izlemeye devam ettim ve omzumda ağlamasına izin verdim. O ağladığı için ve ben ağlayamaz halde olduğum için onu kıskanmıştım.
Ateşi yakma işlemini bitiren Profesör yakınımıza oturdu. Ateşten yükselen sıcaklıkla Tan'ın vücudunun yaydığı sıcaklık battaniyemi kaplayarak bedenime yayılıyordu ve bu inanılmaz bir şekilde iyi geliyordu. Kendimi hayatta hissettiğim için suçluluk duyuyordum. "Ölerek ailene yardımın dokunmaz." dedi Profesör, ateşi izliyordu. Sanki az önceki hayıflanışımı hissetmiş gibiydi. "Planım var."
Kafamı doksan derece döndürerek ona baktım. Tan da kafasını kaldırmıştı.
"Belki siz de duymuşsunuzdur. Güvenli Bögle." Tan usulca kafasını salladı. "Evet, söylentisi gelmişti kulağıma." dedi, Tan. Bu gece ikisi de adeta aklımdan geçenleri dillendiriyordu. "İnsanlar orada toplanıyor, POST'un el sürmeye çekindiği bir bölge. Duhok'dayken yakın zamanda POST'a karşı savaşacaklarını duymuştum." Profesör, anlattıklarından heyecan duyuyordu. Cümlesini bitirdikten sonra bize beklentiyle baktı. "Oraya gidip intikam almayı mı teklif ediyorsun?" dedi, Tan.
"Yapacak başka bir şey geliyor mu aklına? Yetkiyi kendi ellerimize alma fikrinden daha iyisi?"
Tan tekrardan kafasını salladı.
"Ben yapalım derim." dedi, Tan. Profesör memnunca gülümsedi. "Ben de aynı fikirdeyim ama önemli olan," Kafasıyla beni işaret etmişti. "Onun fikri." Tan elleriyle iki omzumu hafifçe sıktı. "Tabii ki de öyle. Alya'nın cevabı için sabahı bekleyelim. Şimdi biraz dinlenmesi gerek." dedi, Tan. Profesör birden ayaklandı ve kendi yattığı yeri el yordamıyla düzeltti. Toprağın üzerine sermiş olduğu gri renkli örtünün yanına Tan'ınkini de ekleyerek alanını genişletti.
"Bu gece birlikte yatmaya ne dersiniz?"
---------------------------------------------
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İŞGAL/TAMAMLANDI
Science Fiction2042 yılında başlayan kuraklık nedeniyle insanların birbirlerini öldürmeye başladığı ve devletlerin yok olma kaygısıyla çıldırdığı bir dünya oluşmuştur. Ülke sınırlarından çıkan devletler yeni sömürgeler edinmek için adeta yarışa girmiştir. Sömürge...