• 5. BÖLÜM • "ASKER"•

2K 143 16
                                    

---------------------------------------------

Rütbesiz asker dediği gibi beni Lider'in yanına ulaştırdığında, Tan'ın da getirildiğini gördüm. Gözlerini sakince açıp kapatarak "her şey yoluna girecek" mesajı vermeye çalışıyordu. Onun böyle rahat olması bana güven verse de, hiçbir şeyin yoluna girmeyeceğinin farkındaydım.

İkimize de Lider'in tünediği küçük ama donanımlı barakaya girmemiz söylendiğinde, sessizce denileni yaptık.

İçeride Lider ve iki korumasından başka kimse yoktu. Dışarının gürültüsü ve telaşı içeriye yansımıyordu. Barakanın samimi ve sıcak görüntüsünü duvarları boydan boya kaplayan mühimmatlar bozuyordu. "Geldiniz demek." dedi Lider, gelmeme durumumuz varmış gibi. Yine de sessizliğimi koruyup dikilmeye devam ettim.

Yarım saniye kadar bir zamandan sonra ayaklarımızın ucuna iki şeffaf poşet bırakıldı. "Bunları giyin." diye emretti Lider. Poşetlerin içinde rütbesiz askerlerin giydiği kıyafetlerden vardı. "Dalga mı geçiyorsun?" dedim durumu kavramaya çalışırken. "Sence?" dedi ciddi bir ifadeyle. "İnsanlarımızı yerle bir etmeye gelen bir ordunun üniformalarını giyeceğimize, ölmeyi yeğleriz." dedim. Tan da katılıyormuşçasına kafasının aşağı yukarı salladı.

Lider oturduğu yerden kalktı ve ikimizin etrafında bir tur attıktan sonra tam ortamızda durdu. "Sizin ölmeyi göze alabileceğinizi biliyorum," dedi ve kafasını bana çevirdi. "Peki ya annenin ve küçük kardeşlerinin de ölmesini göze alabiliyor musun?" diye cümlesini tamamladığında beynimden vurulmuşa döndüm. Cevap vermedim, cevap zaten ortadaydı.

Sükunetim karşısında "Ben de öyle düşünmüştüm. Şimdi giyinin." deyip yanımızdan uzaklaştı. O an tek yapmak istediğim deli gibi ağlayarak Tan'a sarılmaktı.

Lider'in yanındaki iki rütbesiz bizi barakanın farklı bir kısmına sürüklerken sessiz kalmaya devam ettik. Rütbesizler başka bir odanın kapısını açtı ve bizi ittirerek içeri soktu, daha sonrasında ise kapıyı üzerimize kapatıp gitmişlerdi.

Odanın boşluğunun verdiği cesaretle Tan'a bakarak "Bunu gerçekten yapacak mıyız?" diye sordum. Somurtkan suratıyla yüzüme düz bir ifadeyle baktı "Başka şansımız var mı ki Alya?" dedikten sonra poşetin yırtıp içinden çıkardığı kıyafetleri düzgünce bir kenara bıraktı. "Sen de giyinmeye başlasan iyi olur. Lider'i sinirlendirmek demek, ailenin hayatı tehlikede anlamına geliyor."

Dudaklarımı birbirine bastırdım ve ben de onun yaptığı gibi giyinmeye başladım. Tan'ın burada oluşundan hiç çekinmeden üzerimi çıkardım ve verilen tulumu giymeye başladım. Yine de o, benim bu cüretkar tavrımı reddeder gibi arkasını döndü.

Kıyafetler normalin aksine yeşil değil de laciverte yakın bir maviydi, üst kısmın sol tarafında büyükçe "POST" yazılı bir amblem vardı. Altında da POST'un açılımı olan "Planlı Ordu Soy Taaruzu" yazıyordu. Rütbesiz olduğumuz için kollarında ne bir yıldız, ne de bir sembol vardı ama POST askeri olarak görünmek bile normal insanların yanında bir rütbe sayılırdı. Hem de korkutucu olanından.

"Hazır mısın?" dedi Tan arkamdan. "Yani aynayla bakışmanı tamamlayabildin, değil mi?" diye devam etti. Söylediği şeye en azından gülümsemeliydik fakat ikimizde de gülümsemeye yaklaşan bir mimik bile oluşmamıştı. Arkamı dönmek yerine, aynadan bana bakan görüntüsüne kafa salladım. Eliyle kapıyı işaret edip "Çıkalım hadi." dedi.

Bu kadar aceleci olması, Lider'in bize söyleyeceklerini merak etmesinden miydi yoksa POST askeri olma fikri hoşuna mı gitmişti anlayamamıştım. Yine de ona uyum sağlayarak bulunduğumuz yerden çıktım.

Lider bizi görünce yüzünde bir gülümseme oluşmuştu, o kadar hoşuna gitmişti ki heyecandan gözlerinin parladığına yemin edebilirdim. "Aferin çocuklar! Çok yakışmış. Vereceğim görevlerle birlikte resmen POST askeri olacaksınız!" dedi. Sesi vurgulu ve kabaydı. Bizi ele geçirmiş olmak neden bu denli hoşuna gitmişti ki? Ne önemimiz vardı onun için? Zaten bir sürü asker vardı.

İŞGAL/TAMAMLANDIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin