Üzerimde yorgun ama tatlı bir ağırlık vardı.
Böyle sıcacık bir yatakta, dertsiz tasasız uyumayalı o kadar uzun olmuştu ki bu ânı adeta sindire sindire yaşıyordum.
Uyku mahmurluğu, dudaklarımın uykumu almamdan ötürü hafiften kıvrılışı, basbayağı rahatça uyumuş olmak bana gerçek olmayacak kadar sahte geliyordu. Ve ben bu sahteliği diğer bütün gerçeklere tercih ediyordum. O kadar bıkmıştım ki her şeyden, bir yalandan beslenecek kadar açtım bütün güzelliklere.
Kollarımın altındaki beden kıpırdanınca gözlerim otomatik olarak aralandı. Welcome to hell. Gerçek hayata bir u dönüşü yaparak geri gelmiştim, çünkü bok vardı.
Hayır, Erdem yoktu bir kere.
İvan vardı... Benim son zamanlardaki tek eğlencem. İsyankâr davranan göz kapaklarımı tüm inatlığına rağmen kaldırdım ve son bir kaç günümü güzelleştiren adama baktım. Kaşları çatıktı. Sert yüzü uykunun izlerini taşıyor ve keyifsiz olduğunu fısıldıyordu bana.
"Bütün müşterilerine böyle sarılıyor musun?"
Full time piçliğine kaldığı yerden devam ediyordu. Çok işgüzârdı bu adam. Canım ya, yorulmuyor muydu acaba? Ya sevimlilik? Ona bir yatay veya dikey geçişi hiç düşünmüş müydü?
"Hepsine de böyle yapışırdım!" dedim homurdanarak. "Her sevişmeden sonra kendimi kaybederim genelde."
"Blyad." Bu sefer bu kelime o kadar çirkin bir tonla dökülmüştü ki ağzından, resmen diliyle tecavüz etmişti kelimeye. Bir kelamla o kadar çok şey ifade ediyordu ki. Tüm öfkesi, siniri, otoritesi o kelamda barınıyordu.
Aradığı cevap buydu ama duymak istediği cümleler bunlar değildi. Bunu düşen yüzünden ve aniden yataktan fırlamasından anladım. Daha bir kaç saat önce beni dokunuşlarıyla bir kraliçe gibi hissettiren adam şimdi davranışları ile bir cariye muamelesi yapıyordu bana.
Piç, piç. Bunlar hep piçlikten.
Anlayamadığım, benim neden bunu ciddiye almamdı. Söyledikleri sol tarafıma bir ağırlık gibi oturuyor, zoruma gidiyordu. Neden beni yanlış anlamasına bu kadar takılıyordum? Ona kendimi anlatmayı çok istiyordum ama güvenemiyordum. Bu uzun zamandır taşıdığın yükten bir an evvel kurtulma hissi gibi bir şeydi. Ama o yük benim omuzlarıma zimmetliydi.
Ayrıca bir kaç gün sonra bitecek bir serüveni ölümsüzleştirmek istemiyordum. Her şey bittiğinde İvan'ı hatırlamak, ona bir saç teli bile bırakmak istemiyordum. Bize biçtiği süre dolduğunda zaten birer yabancı olacak ve birbirimizi hatırlamayacaktık. Ve benim de amacım tam olarak buydu. Bir yabancı olarak gelmiştim ve bir yabancı olarak gidecektim.
Odanın içinde bulunan mutfağa gidip su ısıtıcısına biraz su doldurdum. Sabahları sıcak su içmek midemi hep rahatlatmıştı ama bunu uzun süre yapamamıştım. Şimdi bunu yapabildiğim için seviniyordum. Eskiye dayanan rutinlerimi yerine getirmek bile beni çok mutlu ediyordu. Su ısıtıcının düğmesi atınca dolaptan bir kulplu bardak aldım ve sıcak suyu içine aktardım. Kulplu bardağımla birlikte adımlarımı balkona yönlendirdim. Üzerimde onun gömleği vardı.
Viyana, Güneşi sevmeyen şehirlerdendi. Taşı toprağı suya muhtaçmış gibi, öyle yağmur yağıyordu. Ya da ben yanılıyordum. Belki de Güneşin parlamasına gökteki gri bulutlar engel oluyordu.
Göğün en güçlü savaşçılarındandı Güneş ve bulut. Bence bulut biraz piçlik yapıyordu. Güneşe kafa tutuyordu. Sanki onun ihtişamını kesebilecekmiş gibi öne atılıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TUTSAK
General FictionBir adama yenilmemek için neler yaparsınız? Hayatta kalmak için şehir şehir gezen bir kadın... Her şehirle birlikte yepyeni bir kimliğe kavuşup, sırf bir adama yenilmemek için neyi var neyi yoksa ortaya koyarken bir anda kollarına düştüğü yabancıya...