Tanıdıkça koşarak uzaklaşmak istediğin insanlar vardır. Erdem gibi...
Sanki acemi bir el onu yazgımın üstüne nakış nakış işlemişti. Eğreti ve çirkin olmasına rağmen oradaydı. Derinlerimde.
"Erdem?" gözlerimi kırpıştırdım. Gördüklerime inanamıyordum. "Erdem, gerçekten sen misin?" Dudaklarımı gülecek gibi büktüm ama inanamadığımdan o gülümseme geldiği gibi geri gitti.
Bu... Gerçek olabilir miydi?
"Erdem!" Onu gördüğüme sevineceğimi söyleseler, söyleyeni boğardım. Ama o, buradaydı işte ve ben onu gördüğüme gerçekten çok sevinmiştim. Hatta uzun zamandır bu kadar sevindiğimi hatırlamıyordum.
Erdem bir sandalyede, tam karşımda, zerzefil bir şekilde oturuyordu. Elleri arkasında bağlıydı ve acizce o bana bakıyordu, buna rağmen gözlerinde bir korku göremiyordum. Ancak buna takılmadım.
İvan'a her şeyi anlatmış mıydım?
Erdem böyle çaresizce karşımda olduğuna göre, evet. Nihayet dilimin kilidi kırılmıştı. Mutlulukla, içimden gele gele gülümsedim. "N'aber orospu çocuğu?" Kahkaha atasım gelmişti ve bunu bastırmamıştım. Katıla katıla, zevkle gülmüştüm.
"Yüzünü yıkadın mı?"
"Yıkadım."
"Her ikisini de mi?"
Mor değil mosmor oldu.
HAH, Erdemmm. We will, we will, fuck-you! Boom boom klap, boom boom klap.
Zevkten çıldırmak diye bir şey duymuştum zamanında, sanırım o, bu demekti. Şu an içimin içime sığmaması, kâbusumun çaresizce, güçsüzce karşımda durması.
Sırıtarak ona göz kırptım. "İyi misin?" Yeniden güldüm. "Son bir isteğin varsa, söyle. O kadar acımasız değilim. Yaparım. Hiç lafı bile olmaz."
"Seni öldüreceğim lan orospu!" Yaradandan ötürü hoş gördüğümün puştu, hâlâ cellatcılık peşinde. Alnımdaki teri sildim ve kendimden emin bir şekilde karşısına dikildim. Tuhaf bir biçimde terliyordum. Garaj çok sıcaktı, muhtemelen ondandı.
"İnsan vücudu yedi yılda bir yenilenirmiş. Keşke karekterin de yenilense. Piç geldin piç gideceksin." Bunun piçliği yerin altında bile bozulmazdı.
"Sen beni kafeslediğini mi sanıyorsun?"
"Bakıyorum da şurada bile piçliği elinden bırakmıyorsun. Tabii piçlik yüreğindeyse gittiğin yere gelir. Seninki öteki tarafa da gidecek. Neydi, hah. İkimizin de gideceği yer cehennem, sen sadece benden önce gideceksin ama," dedim dün dediklerini bir bir yüzüne vurarak. "Ben oraya hiç gelmeyeceğim. Kendi kendine, yanarak gebereceksin!"
"Merak etme, cenazene geleceğim. Nasıl bilirdiniz diye soracak hoca, ibne diyeceğim, puşt diyeceğim. Haberin olsun! Üç kere," dedim, işaret, orta ve yüzük parmağımı yukarda tutarak. "Üç kere hakkını helal ediyor musun diye soracak, üç kere etmiyorum diye bağıracağım. Mezarının başına gelip yüksek yüksek tepelere piç gömmesinler diye şarkı söyleyeceğim, kıçıma kına yakacağım."
"Seni öldüreceğim lan orospu!"
Bozuk plak gibi bunu tekrar etmesi bile artık içime bir korku düşürmüyordu. Nasılsa az sonra kafasına bir jarjör merminin boşaldığını izleyecektim. Kendime güvenerek güldüğümde yüzüne bakıyordum. Kıpırdayamıyışına, çaresizliğine, acizliğine...
"İnsanlığa ne kadar uzaksın, hiç özlemiyor musun?"
"Hasret değilim," dedi salakça sırıtarak. Mal, ne biçim gülüyordu. Yakasından tutup, kendini seksi mi sanıyorsun diyerek sarsmak istiyordum ama, no way! Dokunmam ben buna, sonra piçliği falan bulaşır, hiç çekemem!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TUTSAK
Tiểu Thuyết ChungBir adama yenilmemek için neler yaparsınız? Hayatta kalmak için şehir şehir gezen bir kadın... Her şehirle birlikte yepyeni bir kimliğe kavuşup, sırf bir adama yenilmemek için neyi var neyi yoksa ortaya koyarken bir anda kollarına düştüğü yabancıya...