10 ;; promise.

1.2K 150 14
                                    

"Kamp mı?" İlgisizce bakışlarımı Seoneul'a çevirdim. Kamplardan oldum olası nefret eden birisiyim. Doğayı severdim ama galiba doğa beni sevmiyordu çünkü her kampa gittiğimde başıma gelmedik olay kalmıyordu.

Mesela, 6.sınıfta arı sokmuştu sınıf gezisinde. 8.sınıftaysa göle düşmüştüm. En kötüsü ise 9.sınıftaydı; kiyafetim yırtılmıştı evet...

Lanet gibi üzerimden kalkmayan bu durum karşısında artık gezilere katılmayacağıma dair söz vermiştim kendime.

Aman ne güzel.

"Bu sene gelmeyeceksin değil mi?" Mark arka sıradan uzanmıştı yanımıza. Sesi umutsuz çıkmıştı.

Seoneul kahkaha atarken kınayıcı bakışlarımı ona diktim.

Bu olanları onlara anlatmamalıydım...

Mark sağ elini çenesine koymuş ve derin bir iç çekmişti.

"Keşke Renjun da burada olsa. Onu özlüyorum."

Renjun gideli 1 buçuk ay oluyordu. İlk başlarda hep onu düşünür ve derin bir umutsuzluğa kapılırdım. Ardından Renjun, yeni sevgilisi ile fotoğrafını paylaşmış ve kırık kalbimi bir kez daha ufak parçalara ayırmıştı.

Sevgilisi çocukluk arkadaşıydı. Hep onun hakkında konuşur ve ilk aşkı olduğu için onu Çin'de bıraktığının ne kadar zor olduğunu anlatırdı. Adına mutlu olmuştum ama kırık kalbim hiç de mutlu gözükmüyordu.

Günler, haftalar bir birini kovalarken, artık hisslerimin söndüğü kanaatine geldim. Artık eskisi kadar özlemiyor ve düşünürken kalbime ağırlık çökmüyordu. Minik bir yara bandı sayesinde yeniden tamir etmiştim sol tarafımı.

Donghyuck konusu ise işleri biraz değiştirmişti. Renjun gittikten sonra Mark ve Seo ile birlikte yanımdan hiç ayrılmamıştı. Beni pizzacıya götürüp ölene kadar pizza yedirmişti. Bir pazar günü ise oyun salonuna götürmüştü. Beni mutlu etmek için elinden geleni yapmıştı. Oysaki ben onu çok üzmüştüm.

Aramız iyiydi. Galiba onunla arkadaş olmak düşündüğüm kadar kötü değildi.

"Neden kampa gitmiyorsun ki?"

İki derstir uyuyan Donghyuck, konuşmamıza katılmıştı.

"Bir keresinde kiyafeti yırtılmıştı. Ya da şey 6.sınıfta arı sokmuştu hatırlıyor musun, Seoneul?" Kahkahalar içinde üzücü ve karanlık geçmişim hakkında alay eden Mark'a Seoneul da katılıp hunharca gülmeye başlamıştı.

Donghyuck ise dağınık saçlarını eli ile düzeltip ciddi bir ifade ile bana baktı. Anlaşılan acı verici günlerim ile alay etmeyen ilk ve tek kişiyi bulmuştum.

"Ben gideceğim." Kararlı bir ses ile konuştuğunda Mark ve Seoneul da bu rahatsız edici atmosferden çıkmış ve anın ciddiyetine kapılarak Donghyuck'a katıldılar.

Tabii ki en iyi arkadaşlarımın birlikte zaman geçirip eğlenmesi beni kıskandırmadı.

KESİNLİKLE.

"Hadi ama.. Üzülmenin sırası değil. Aklına o üzüntü dolu ve rezil anıların gelsin Soo Min!" diyordu iç sesim.

"Eeh ben de sabahtan akşama kadar dizi izlerim. Ah, tabii siz çalı çırpı toplayacaksınız."

Karşılığında sinsi bir gülümseme sunmuştum onlara. Lâkin üçü de birden omuz silkmişti.

"Bence gelmelisin."

Cidden başıma gelenleri abartıyor olabilirim ama eğer sizi de ormanın ortasında bir arı soksaydı eminim siz de adımınızı basmazdınız artık oraya.

Kafamı "hayır" anlamında salladım. Donghyuck ise biraz daha yaklaştı ve serçe parmağını kaldırdı.

"Sana bir şey olmasına izin vermeyeceğim."

Ardından keskin bir ifade ile eklemişti.

"Söz."

Seoneul kolumu dürterken, Mark heycanla kafasını bir öne bir arkaya sallıyordu.

Evde oturup dizi izlemek yerine arkadaşlarımla vakit geçirmek daha güzel bir fikirdi şimdilik.

Aynı şekilde ben de serçe parmağımı onunkine doladım.

"Eğer başıma bir şey gelirse Lee Donghyuck, sonuçlarına katlanırsın."

Büyük bir sırıtış eşliğinde cümlesine noktayı koymuştu.

"Bundan hiç şüphen olmasın."

sinners, lee donghyuckHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin