20 ;; "we're not sinners anymore."

777 109 36
                                    

Mediadaki şarkıyı dinleyerek okuyabilirsiniz :)

"Anlayamıyorum yani beni nasıl unutabilirsin?"

Şu an Donghyuck ile birlikte boş sınıfta oturuyorduk. O öğretmen masasında otururken ben de öndeki boş sıraların birinden sandalye çekip oturmuştum.

Aklım o kadar karıştıktı ki, konuşamıyordum bile. Kendimi durmadan sorguluyor, nasıl ve neden olduğunu anlamaya çalışıyordum. Donghyuck'a ait bütün düşüncelerim ve anılarım nasıl yok olmuştu? Neden unuttum onu? Cevabını bulamıyordum bunun.

Dakikalardır çenemde olan elimi uyuştuğu için çekip, kızaran yüzümü ovaladım.

"Böyle konuşmayacak mısın? Bir şeyler de en azından." Bacaklarını ilk okul çocuğu gibi ileri geri sallarken, gözlerim siyah converselarındaydı.

Derin bir nefes alıp gözlerimi eşsiz yüzüne çevirdim. "Bilmiyorum ben...seni hatırlamıyordum. Sonra sen..."aklıma az önceki itirafı gelirken kızarmamayı denedim. Lâkin bedenim her zamanki gibi beni yanıltmıştı. Yüzüm tamamen yanıyor, Donghyuck ise bu hâlimden keyif alıyordu. Kesinlikle yüz ifadesi bunu belli ediyordu.

Toparlamayı denedim."Sen bana seni seviyorum dedikten sonra geldi hepsi."

Yüzü düşünceli bir hâl almıştı. Bir şey demeden masadan inip ayağa kalktı. Karşımda durup ellerini ceplerine soktu. Kafamı yukarı kaldırıp yüzünü inceledim. Ne ara bu kadar yakışıklı olmuştu? Üstelik saçını griye boyatmıştı. Şimdi bakınca sanki eski Donghyuck karşımda durmuyordu. Farklı olmuştu. Bana bakışları bile farklıydı.

"Neden benimle konuşmuyordun?"

Dayanamayıp en başından beri kafamda dolanan inatçı sorumu sordum. Yüzünde tek bir mimik oynamazken, derin bir nefes aldı.

"Seni incitiyordum."

Beni incitmek mi? Asıl onun varlığını hissetmediğim zamanlar en çok inciniyordum.

"Seni kızdırıyor, başına da bela açıyordum."

Karşı çıkmak isteyip dudaklarımı araladığım sırada yeniden konuştu.

"...ama seni seviyordum."

Farketmeden tuttuğum nefesimi dışarı verdim. İçim mi rahatlamıştı? Cidden bunu mu duymak istemiştim ondan?

Ben başından beri onun tarafından sevilmek istemiştim lâkin farketmeden de kendimden uzaklaştırmıştım.

Ayağa kalkıp aramızdaki mesafeyi en aşağı indirdim. Şimdi daha yakındık hiç olmadığımız kadar. Öyle ki ılık nefesi dudaklarıma çarpıyor, güzel kokusu burnuma doluyordu. Kahverengi gözleri şimdi bana sonsuzlağa doğru uzanan bir denizi hatırlatıyordu.

Dakikalar saniyeler artık daha yavaş geçiyordu. Boş sınıfı sadece ikimizin bedeni ve birkaç sıra dolduruyordu.

"Asıl yokluğun beni incitiyor, Donghyuck."

Sonlara doğru fısıldadım. Canım acıyordu ama huzurluydum. O yokken hep bir şeyler eksik gibiydi, tamamlanmamıştım. Hep huzursuz hissederdim tıpkı bir yapbozun son parçasının kaybolması gibi. Bir şeyleri hep aradım ama neyi aradığımı bile bilmiyordum.

Ben hayatımı başından beri altüst edip ardından beni kendine aşık eden çocuğu arıyordum. Ben, küçücük, sıradan hayatıma renk katan Donghyuck'u arıyordum.

Kendime kızgınım ama en çokta ona. O yokken bir sürü acı çektim garip rüyalarımda. Ardından unuttum onu. Huzura kavuştum sandım.

Yanılmışım...

Onu unuttuğum zamanlar yaşarken acı çekiyordum. Niye üzgündüm, niye dalgındım?En çokta buna anlam veremiyordum.
Onun yokluğu bunlara sebep oluyordu.

Anlayamamışım.

Donghyuck ve ben biz olmazsak, acı çekeriz ve ölürüz. Bu Tanrı'nın bize oynadığı oyunun ilk kuralıydı. Lâkin biz ikimiz o kadar umursamaz ve aşıktık ki, bunu farkedememiştik bile.

"Özür dilerim." O hep benden özür dilerdi. Hep bir şeyleri berbat ederdi ama düzeltmesini de iyi bilirdi. Bu sefer özür dilemesi gereken bendim ama.

Elini tutup kendime çektim.bArdından çenemi omzuna yasladım ve kulağına doğru fısıldadım.

"Asıl ben özür dilerim. Hep sana kızgındım. Hislerimi hep arka plana attım, seni suçladım. Çabalarını görmediğim ve seni unuttuğum için çok üzgünüm." Şimdi resmi uzaktan ve tamamlanmış bir şekilde görebiliyordum.

Elini hâlâ tutarken uzaklaştım ve yüzlerimizin aynı hizaya gelmeseni sağladım. Gözleri dolmuştu ve ben onu ilk kez onu böyle görüyordum.

Hep mutlu rolü yapan bizlerdik. Hiçbir zaman gerçek hislerimizi ve düşüncelerimizi gösteremedik. Oysaki en çok biz anlamalıydık bir birimizi. Şimdi ikimiz de rol yapmayı bırakmıştık.

Boşta kalan eli ile yanağımı okşadı, uzun uzun gözlerimin içine baktı. İkimiz de olayların gerçekliğini kavramaya çalışıyorduk.

Ardından yaklaşıp dudaklarımızı birleştirdi.

Kalbim o kadar hızlı çarpıyordu ki, eminim uzaktan sesi bile duyuluyordu. Midem heycandan kasılmıştı ve o an aklıma onun sözleri geldi.

Bu benim ilk öpücüğümdü. Gerçekten sevdiğim birinden aldığım, ilk öpücüğüm.

Kırmızı dudakları dudaklarımda yavaşça haraket ediyor ve nazik bir biçimde karşılık veriyordu beceriksiz öpüşüme karşı. Bir birimize olan özlemimizi ancak bu şekilde dile getirebilirdik çünkü biliyorduk, kelimelere dökemeyecek kadar özlemiştik birbirimizi. O kadar güzeldi ki bu anın bitmesini hiç istemiyordum.

Sonunda dudaklarımızın yarattığı hoş bir sesle ayrıldığımızda daha yeni farketmiştim yanağımdan süzülen yaşı. Mesafeyi daha kapatmamıştık bu yüzden bir kez daha yaklaşıp yanağımdan öptü ve gülümsedi.

Utançtan ölecektim neredeyse. Yüzümün kıpkırmızı kesildiğini anlamak zor değildi. Bedenim yanıyordu soğuk sınıfa nazaran. Lâkin içimden geçenleri söylemem gerekiyordu. O gerçeği... Hep görmezden geldiğim gerçeği sahibine iletmem gerekiyordu. Bu yüzden hiç beklemeden söyledim.

"Ben de seni seviyorum."

Soğuk bir kasım öğleni ona böyle itiraf ettim işte. İçimden gelenleri, sevgimi ve özlemimi.

Geçen sene bu sınıfta daha ona karşı tek bir şey dahi hissetmezken şimdi aynı sınıfta ona karşı olan sevgim dolup taşıyordu.

Onu seviyordum. Çok, çok hem de çok fazla seviyordum. Kelimelere, cümlelere dökemeyecek kadar.

İntihar, Günahkar ve Sevgi.

Böyle söylemişti değil mi?

Önceden bu sınıfta ölümü üçüncü kelime olarak düşünsem de şu an sevgi en mantıklı gelendi.

Donghyuck haklıydı.

Kırgınlıklar, kavgalar ve üzüntülerle dolu bir ilişkimiz vardı ama biz bir birimizin elini tuttuk bırakmamak üzere.

Her şey aynıydı. Duvarların boyası, tahta, sıralar, tavandaki lamba hatta duvardaki çatlak bile.

Değişen ise bizlerdik.

O an ikimiz de bileklerimize baktık. Artık P ve R harfleri yoktu.

Ve biz, günahkar değildik.

sinners, lee donghyuckHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin