Derinden gelen bir horoz sesi yüzünden yastığı kafamın altından alıp kafamın üzerine koydum. Uyumak ve bir daha mümkünse asla uyanmak istemiyorum. Ama sadece istiyordun. Yavaşça homurdanarak kıpırdadım.
Yalnız...Bu horoz sesi gittikçe yakınlaşıyor muydu? Yoksa ben mi lafayı yedim. Rüya felan mı görüyorum acaba?
Horoz? Hooooroz!! Bir anda yerimden fırladım. Karşımda jungkook gülmekten yamulmuş suratıyla duruyordu. O kadar tepkisizce ona bakıyordum ki.. O ise hala aynı vaziyette gülmeye devam ediyordu. Ne oluyor yani beni böyle uyandırıyorsan? Mantık ne acaba çok merak ediyordum.
"Yere öyle bir atladın ki" gülmeye başladı. Hayır gülmekten sözünü tamamlayamıyor bile.
"Bir an uçacaksın sandım" ve tekrardan bir gülme. Kollarımı önümde birleştirip gözlerimden çıkan ateşle aptal kuzenime baktım. Beni takmıyordu bile!"Komik mi?" Benim için hiçte öyle değildi. O horozla hiç iyi anılarım yoktu.
"Evet!" dedi ve yaptığı işe devam etti. Ağzının ortasına gelde çakma! Keşke yakışıklı olduğu kadar beyni olsa! Ah ah!
"Bir.." sayma zamanı gelmişti. Sesimi duyunca bir an durup bana baktı.
"İki.." kötü kötü gülüyordum. Böyle bir huyumuz vardı bizim. Birbirimizi dövmeden önce üç saniyelik kaçma şansı vardı."Düşündüğüm şey değildir umarım gunju!"
"Üç... Ve geliyorum!" ben toparlanana kadar o uzun bacaklarıyla iki adımda kapıdan çıkmıştı bile! Peşinden koşarken yanından hızla geçtiğimiz minho elindeki yumurtalardan bir kaç tanesini yere düşürmüş ve arkamızdan bir güzel iyi dileklerini sunmuştu.
"Gunju! Çocuk değilsin bırak peşimi!" Kendisi bunu sabah bir horoz macerasından sonra söylüyordu.
"Sen kaşındın velet! Gelip beninle uğraşan sensin birde tutmuş konuşuyorsun!" koşma hızımızı merdivenler bile kesememişti. Kesinlikle ona vurmadan peşini bırakmayacaktım. Merdivenleri dörder dörder inen uzun bacaklı leylek yüzünden kendi bacaklarıma baktım. Tamam ortalama bir boydaydım ama o bir deveydi. Dörder dörder atlayamadığım için bende ikişerli inmeye başladım. Ben daha çeyreğine gelmeden o merdivenlerden inmişti. Bende merdivenin korkuluklarına oturup aşağı inene kadar bir güzel kaydım. Aynı zamanda gülümsüyordum. Sahi bunları yapmayalı ne kadar zaman olmuştu.? Öylece dünyadan soyutlamışımda haberim yokmuş.
Merdivenlerin sonuna gelince bir çırpıda atladım. Şuan kendimi odaklanmış füze gibi hissediyordum. Güzel hir cezayı hak ediyordu. O kim ki bir hükümdarla uğraşıyor. Ömür boyu zindana atılmalı! Ne diyorum ben ya!
"Jungkook! Kaçma buraya gel!" bana bakıp dil uzatarak dış kapıdan çıktı. Fazla uzaklaşmadan tutmalıydım. Son gücümü de kullanarak hızlandım. Kapıdan çıkmamla bir kaç adımdan sonra uçmam bir olmuştu. Ben buradaki merdivenleri unutmuştum.
"Aaaaaa..." çığlığım bahçede yankılanırken bir kaç karga kaçmış tavuklarda korkudan saklanmıştı.
Gözlerimi kapatmaya hazırlanırken Seokjin'in bana doğru koşması ve belimden yakalayıp tutmasıyla gerek kalmamıştı. Belimde hissettiğim eller ve korkunun verdiği hisle kalbim delicesine atıyordu. Sözde saklanacağım diye kendimi tembihlediğim adamın tam anlamıyla kucağına düşmüştüm. Hızımı kesen eller beni sakince bıraktı. Koştuğunu belli eden nefes alışverişleri ve kesik kesik gelen sesiyle anlaşıyordu. Kendimi toparlayıp yarım yamalak olan kelimelerini birleştirdi."İyisin değil mi?" başımla onaylamakla yetindim. Şayet şuan korkunun ve dengesiz davranan vücutla normal konuşamazdım.
"O zaman delirdin mi sen? Hayır küçük çocukta değilsin! Ne akla hizmet uçmayı planlıyorsun? Kendini tavuk mu sandın? Sen insansın. Kanatların yok!" azarlanmanın etkisiyle kafamı eğdim. Neden onun beni kurtaması gerekmişti ki? Hoseok olamaz mıydı? Bu arada tavuklar uçar mıydı? Sorusu aklıma gelsede Şu an kızgın bir inek gibi bana bakan adama soramamıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zamanla Alışırsın/Kim SeokJin✔
Fanfiction"Hazırlan yarın yola çıkıyorsun" "Yolamı çıkıyorum?" "Evet. Cezan için" "Nereye gidiyorum? Tımarhaneye falan mı ?" "Bundan sonra hala akıllanmazsan orayada gideceksin ama şimdilik çiftliğe gidiyorsun" "Çiftlik mi? Hayır! O cehenneme gidemem!" ****...