Jongin evin içinde çıldıracakmış gibi gidip gelen Kyungsoo'yu farkettiğinde yanına yürüyüp kollarından tutarak onu kendisine çevirdi. Gözleri dolmuştu. Ama ağlamamak için kendisini tutuyordu. Alt dudağının titremesi belli olacak derecedeydi. Uzun kirpikler altında yatan hüzün Jongin'e tanıdık geliyordu.
Ölümden korkan her ölümlünün gözlerinde, son dadikalarında tam da aynı fırtınalar baş kaldırıyordu.
Jongin kolundan tutup onu merdivenlere sürükledi. Yukarı vardıklarında odalardan birine girip kapıyı kapattı. Kyungsoo sinirli bakışlarını büyük olana diktiğinde Jongin aniden onun dudaklarına yapışıp istekle öpmeye başladı.
Kyungsoo'yu kucağına alıp sırtını duvara dayadı. Dolgun dudaklardan ayrılmayı başardığında tek elini kaldırıp onun gözleri önüne dökülen saçlarını geriye itti. Onun da gözleri dolmuştu artık. O da gözlerinde hüzün ve korku barındırıyordu artık. Küçük bebeğini, yaramaz kediciğini kaybetme korkusu... Işte var oluşun en kötü yanı buydu. Son. Ölümlülerin can korkusu ve son.
Küçüğü hala kucaındayken yatağa ilerleyip oturdu.
"Jongin?"
"Efendim bebeğim?.."
"Beni seviyor musun?"
"Elbette seviyorum. Bunu sana her saati yaratan dakikada söylüyorum zaten."
"Bana güveniyor musun?"
"Güveniyorum tabii ki de. Bu sorular nereden çıktı?"
"O zaman..söyleyeceklerimi iyi dinle. Jongin ben..-" Korkunç çığlık sesleriyle Kyungsoo'nun sözleri havada kaldı. Ikisi de irice açılmış gözlerle birbirine bakarken Jongin harekete geçip onun dudaklarına bastırdı kendininkileri.
Bu..veda öpücüğüydü. Ikisi de biliyordu. Jongin Kyungsoo'yu kucağından indirdikten sonra kapıya yürüdü.
"Burada kal. Kimse için kapıyı açma. Bu ben bile olsam. Seni kandırmaya çalışacaklar. Onları dinleme. Kulaklarını sıkıca kapat. Seni götürmeye çalışırlarsa..onlara sadece burada kalmak istediğini söyle." Sözlerini bitirip odadan çıktı.
"Sehun! Iyi misin? Hadi, bana iyi olduğunu söyle! Böylece yok olup gitmeyeceğini söyle!!" Luhan'ın haykırışları bütün ormanı ele geçirmişken Sehun ellerini öne uzatarak onun yaklaşmasını engelledi.
"Bizimle geliyorsunuz!" Luhan birileri tarafından havaya kaldırılınca tekrar bağırmaya başladı. Diğer bir siyah giyimli adam baygınlaşan Sehun'u taşıyordu.
"Korkma. Ruh avcıları değiliz." Açıklamadan sonra Luhan azıcık bile olsa sakinleşmişti. Onların Ölüm Melekleri olduklarını anlamıştı.
Luhan başını kaldırıp önüne baktığında şatonun garip bir karanlıkla çevrelendiğini gördü. Işte son yetişmişti. Başını çevirip Sehun'a baktı. Ölmüş bir bedenden farkı yoktu. Kolunu yanındaki adamın kucağında olan Sehun'a uzattı. Sonunda buz gibi eli tutabilmişti. O güzel yüzü bir daha göremeyecekti. Sesini bir daha duyamayacaktı. Soğuk tenine dokunamayacaktı.
Eve iyice yaklaştıklarında Ölüm Melekleri tek tek yere indiler. Luhan kendisini saran kollardan kurtulduğunda hala diğerinin kucağında duran Sehun'a koştu. Gözlerini açamıyor ve nefes almakta zorlanıyordu. Başını arkaya çevirip baktığında karanlık ruhların çoktan koruyucularıyla çatışmaya girdiğini farketti. Ruh avcıları havadan evin duvarlarına saldırıyor ve iğrenç kahkahalar atıyorlardı. Uğultulu sesler beynini ele geçirmişken eve doğru yürümeye başladı. Gözyaşları yanaklarından süzülüyor ve kalbinde ıslak izler bırakıyordu. Elini öne uzatarak bağırmaya başladı.
"Anne? Gitme! Yanımda kal, baba! Sizi..özledim. Çok özledim." Annesinin sesini duyduunda gülümsemeye başladı. Yanılmamıştı. Onlar yanındaydılar.
"Bizimle gel bebeğim. Özlediysen bizimle gel. Hem..senin yerin burası değil. Hatırlıyorsun değil mi? O kazada hep birlikteydik. Ama sen..bizi terkettin. Bizi bıraktın. Artık bize dön oğlum. Yeniden aile olalım. Bütün bir aile. Senin yerin..bizim yanımız." Parlak görünümlü kadın garip melodili sesiyle konuştuğunda Luhan'a daha dazla yaklaştı. Luhan sonunda hayalinin gerçekleştiğini kendisine hatırlatıyordu. Onlarla birlikte olmalıydı. Ailesiyle. Aile.
Bu kelimeyi bir daha düşündü, yalnışı bulmaya çalıştı. Bütün bir aile. Işte yalnış buydu. Onlar bütün bir aile olmayacaklardı. Çünkü bahsedilen hayali ailede kardeşi Wufan yoktu.
Luhan ikisine doğru ilerlemeyi bırakıp geri çekildi. "Defolun! Siz benim ailem değilsiniz! Iğrenç ruhlar!!"
Söylediklerinden sonra karşısındakiler çirkin görünümlü ruhlara çevrildiler. Luhan korkuyla arkaya koşunca Sehun'un kendine geldiğini gördü. Ölüm Meleklerinde hiçbiri yanında yoktu.
"S-Sehun-ah? Cevap ver bana hadi. Birşeyler söyle!" Sarışını sarsmaya başladığında Sehun bakışlarını onun yüzüne doğru kaldırdı.
"Luhan..." Fısıltısı Luhan'a ölümü andırıyordu.
"Kyungsoo, bebeğim dışarı çık. Buradan hemen gitmemiz gerek! Yoksa seni elimden alacaklar!" Kyungsoo kapının arkasından gelen sesi duyduğunda oturduğu yerden kalkıp hızla kapıya ilerledi. Kapı kolunu tam çevirecekken Jongin'in dedikleri aklına geldi.
Tereddütle elini geri çekti. Kanmamalıydı onlara. Sırtını duvara yaslayıp elleriyle yüzünü kapattı. Ama duyduğu şeyler nefesinin kesilmesine sebep olmuştu.
"Kyungsoo, seni seviyorum. Seni herşeyinle kabul ettim ben. Olan biten her şeyden haberim var. O sendin..değil mi? Daha doğrusu ailen. Sehun'un ailesini senin ailen katletti. Sonra da suçu o zavallı çocuğun üzerine attı. Hiçbir suçu yokken. Sen de..şatoyu lanetledin."
Gözyaşları durmak bilmiyordu. Arkasını dönüp kapıyı açtı. Karşısındaki Jongin değildi. Inanmayacaktı da zaten. Yanında geçip hızla merdivenleri indi. Heryer siyah kanlar içindeydi. Vücutları paramparça olmuş Ölüm Melekleri ve toza çevrilmiş karanlık ruhlarla ecinniler... Gözleri tanıdık yüzleri aradı.
Aralık olan kapıya yürüdü korkarak. Göreceği manzaradan korkuyordu...
Dışarı çıktığında sadece Luhan, Sehun, Suho ve kanlar içinde dizleri üzerine çökmüş Jongin'i gördü. Elleriyle ağzını kapatıp Jongin'e koştuğunda Suho'nun sert sesiyle olduğu yerde kaldı.
"Yaklaşma!! Doğru mu bütün bunlar? Herşeyi en başından beri biliyor muydun? Sehun'u sen mi lanetledin? Konuş!!" Kyungsoo yeniden ağlamaya başlamıştı. O da Jongin gibi dizleri üzerine çökerek başını öne eğdi.
"Ahahhaa Ölüm Melekleri Tanrıların oyununa gelmiş galiba. Hiçbir şeyden haberiniz yoktu değil mi? Kandırıldınız! Sadece bu!" Ruh avcılarından biri konuştuğunda Kyungsoo başını kaldırıp onlara baktı.
"Hayır! Öyle değil! Tek suçlu benim. Onlar sizi kandırmadılar. Sadece gerçeği sakladılar. Çünkü ben bunu istedim. Evet, Sehun'un ailesini benim ailem öldürdü. Sahip oldukları herşeyi ellerinden almak için, onları öldürdüler. Sehun'u delirterek kendilerini varis yapacaklardı. Yaptıkları iğrenç şeyleri öğrendiğimde..onları lanetledim. Bu evi lanetledim. Sehun'un zarar görmesini istememiştim. Onun iyiliği için, onu korumak için yaptım. Herşeyi öğrendiğimden haberleri olduğunda Sehun'un yok edilmesi için insanları kışkırttılar. O..o diri diri gömülürken..ben sadece izleyemezdim. Onunla gitmem gerekti. Öldükten sonra Sehun'u korumakla görevlendirildim. Kendi isteğimle. Her gün..onu da lanetime düşürdüğüm için ceza işkence görüyorum. Hepsi bu kadar." Kyungsoo sakinleşmişti sonunda. Bir yük gibi omuzlarında taşıdığı geçmişini açığa çıkartmıştı. Jongin'in acıyla inlemesi bakışları ona çevirmişti. Ruh avcılarından biri kılıcını tam da sırtından kalbine yaslamıştı. Kyungsoo kendine geldiğinde hızla sevgilisine koştu ve sarıldı. Rahatlamıştı artık. Acı yoktu. Sadece sevgi ve merhamet vardı. Iki bedeni de birleştiren kılıç geri çekildiğinde, onlar artık bir efsane olmuşlardı.
Ruh avcılarının Sehun'a saldırması üzerine Luhan çığlık atmaya başladı. Sevdiği adamın böyle yok olup gitmesine izin vermeyecekti. Suho'nun elindeki kılıcı alıp kalbine bastırdı. Gözyaşları düşerken etrafta toza çevrilen ruhların yok olmasını ve Sehun'un umutsuzca yere çöküp sevgilisinin ölümünü izlemesini gördü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
CHATEAU ✔
FantasiBir yazar bir hayalete ne demiş? ©All Rights Reserved Wattpad.2013.regal