*Bu hikaye kalabalığın içinde benliğini arayan silüetlere ithaf edilmiştir.*
***************
"Senin hikayen ne silüet?"
Sigaramdan derin bir nefes alıp üfledim.
"Ben silüetim, hikayem her şey olabilir. O yüzden sana bırakıyorum, silüetin hikayesi...
Bölüm sonu uyarısını bıraktım, tabiî ki uyup uymamak yine size kalmış...
Bölüm şarkısını Berge'nin yazdıklarını okuduğu kısımda açabilirsiniz, size bırakıyorum.
#Balmorhea - Remembrance
4-"Dilhun"
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Soğuk hava vücudumu yavaş yavaş uyarırken, ceketime iyice sarıldım. Okulun ihtişamlı binasının önündeki büyük geniş bahçede tek başımaydım.
Bahçe oldukça büyük ve doluydu, etrafı yeşil teller ile kaplıydı. On adım aralıklarla ağaçlar dikilmiş, onların arasına da kırmızı renkli; demir banklar konulmuştu. Bahçenin sağ tarafında futbol oynayanlar için futbol sahası vardı. Sahanın kapısının anahtarı genelde takım kaptanında; Akın'da olurdu.
Okul akademik açıdan olduğu kadar spor alanında da saygı duyulan bir okuldu. Burs almamış olsaydım, buranın kapısının önünden geçmem bile imkansızdı.
Öyle ki; beden eğitimi öğretmenleri için ayrı bir sınav yapılıyordu. Onlarca kişi arasından sadece beş kişi girmeye hak kazanıyordu.
Bahçenin diğer kısmı ise basketbol takımına ayrılmıştı. Okulun erkekleri ikiye ayrılıyordu;Futbol oynayanlar ve basketbol oynayanlar.
Basketbol takımının kaptanı ise Berge'ydi. Okuldaki gelmiş geçmiş en iyi basketbol takımı kaptanı Berge olmuştu. Kimseyle konuşmadığı için takımı gözlemleyebiliyor; kimin hangi pozisyonda sorun yaşadığını görüyor ve müdahale ediyordu. onuncu sınıftan beri takım kaptanıydı, dolayısıyla onuncu sınıftan bu yana yani iki senedir, aldıkları yenilgi bir elin parmaklarını geçmiyordu.
Kolumda takılı olan eski saate baktım. Ece ölmeden önce bana hediye etmişti. Ece... yurttan kaçtığı gün ölen arkadaşım. Annesi ve babası aynı kızları gibi araba kazasında ölmüştü, her gece uyumadan önce anne ve babasının fotoğrafını öpüp yatardı, tam iki ay dayandı Ece. Araba kazasından sonra iki ay yoğun bakımda kaldı. Her gün yanındaydım, hastanede uyuyor, hastanede uyanıyordum. Sonra bir sabah kalktığımda her gün baktığım buzlu camın önü boştu. Öğrendim ki; Ece sessiz, sedasız; daha on altı yaşındayken, bu azap dolu olan dünyadan ayrılmıştı.
Dersin bitmesine yarım saat vardı.İki derse de girmeyeceğimi hesaba katarsam; bir saat yirmi dakika boyunca bahçede beklemek zorundaydım. Edebiyat derslerine girmeyi bırakmıştım, şiir okumadığım için derse almıyordu, ben de girmek için ısrar etmiyordum. Yok yazmadığı sürece sorun olmuyordu, konuları kendim telafi edebilirdim.
Bana doğru gülümseyerek gelen orta boylu, saçlarına griler düşmüş, kırmızı; lacivert ve yeşil çizgilerin oluşturduğu kareleri olan gömlek ve buz mavisi ona oldukça geniş gelen bir kot pantolon, markalı ama oldukça eski, pantolonunun paçalarını içine verdiği, siyah kot ceketiyle aynı renk postalları olan adam yanıma oturdu.