four|friend?

40K 4.1K 2.3K
                                    

Bölümü yazıya geçiren, lostigma çok teşekkürler.♡


Kötü hissettiriyordu.

Yüzde doksanını erkeklerin oluşturduğu sınıfımızda en arkada köşede oturmuş, dersten tamamiyle kopmuş bir şekilde camdan dışarıyı izlerken izlenildiğimi hissetmek kötü hissettiriyordu.

Berbat hissettiriyordu.

İlgi odağı olmak, insanların gözünün önünde bir faaliyette bulunmak, iltifat almak -ki genelde yalan olurdu ortamlarda gözde olmak, insanların hakkımda bilgi sahibi olması berbat hissettiriyordu.

Uzun süre önceye kadar.

Artık, Tanrı en büyük şahidim, hiçbir şeyi umursamıyordum. Hissediyordum, evet, her şeyi çok net hissediyordum ama bir tepki vermiyordum.

Tek istediğim ölüp gitmekti.

Ciddiydim. Yıllardır yalnızca kendimle konuşup, kendi kendime anlayış göstermekten öyle sıkılmıştım ki buna bir son vermek istiyordum.
Siktir, bana bakıyordu. Yemin ederim ki üç dakika on yedi saniyedir bana bakıyordu.

Bir haftadır kendimden nefret ettirecek kadar benimle ilgilenmeye başlayan Jeon Jungkook tam olarak buraya bakıyor, dördüncü dakikayı dolduruyordu. Normalde olsa... Delirecek gibi olur, hatta sinirden kudurup üstüne atlardım. Belki de yalnızca çekip giderdim, bilmiyordum, şu günlerde kendimi anlamak epey zordu.

Ben bile beni anlamıyordum.

"Jungkook?" Bay Kim'in kalın sesi sınıfta yankılanırken göz ucuyla baktığım çocuk hızla kafasını ona çevirdi. Seokjin bugün yanımda yoktu ve garip bir şekilde... Kötü hissetmiştim. Normalde böyle şeyleri umursamazdım çünkü zaten yalnızlığın tanımını sorsalar ismimi verirdim. Neyse, son zamanlarda kendimi anlayamadığımı söylemiştim zaten.

"Bugün biraz dikkatsiz misin?" O çalışkan olduğundan... Sanırım biraz üstüne düşüyorlardı. Son senemizdi, güzel bir üniversite hayali olduğunu düşünebiliyordum. "Ben... Evet, efendim.”

"Anlıyorum. Kötü hissediyorsan çıkabilirsin?”

"Hayır hayır," Jungkook boğazını temizlerken ön sıramdaki Minseok kafasını arkaya yatırıp göz kırptı. "Naber, seksiyet?”

Her zamanki konuşma tarzını bildiğimden omuz silktim ve parmaklarımı kısa saçlarında gezdirdim. Biraz... Biraz aramız iyi mi sayılırdı? Bilmiyordum. En yakınlarımın bile yanındayken çok rahat olamıyordum. Hep... Diken üstünde yaşıyordum. Gerçi Minseok beni asi bulduğunu ve seksi olduğumu söylerdi. “İyiyim."

"Aferin, Seokjin nerede?”

"Kaçtı bugün.” diye mırıldandım yine. O kafasını sallamış, sonra da gözlerini kapatmıştı. Eh, sanırım uyuyacak-

"Merhaba Hyung!" Duyduğum sesle kaşlarım çatılırken Minseok umursamadı ve uyuma pozisyonunda kalmaya devam etti. Titremiştim. Tanrım, bu çocuk bana neden yaklaşıyordu bilmiyordum ve onu öldürmemi istememe sebep oluyordu. Gözlerimi yüzüne çevirdim, yuvarlak gözlüklerini takmış, okul gömleği yaşına ve bana göre geniş omuzlarını sarmıştı. "Ne yapıyorsun?" diye sordum yanımda oturmasına ithafen. Bay Kim tahtaya bir şeyler yazıyordu, ders zilinin çalmasına da hala on beş dakika vardı.

Dudakları hafifçe büzüldü, saçlarını kulağının arkasına
doğru sıkıştırmaya çalışmış, sonra da gözlerini sınıfta gezdirip tekrar bana dönmüştü. Ona bakmamaya çalışıyordum. Buradan gitmeliydi. Kesinlikle.

"Seokjin Hyung gelmemiş," dedi uysalca. Neden hyung dediğini bilmiyordum, belki de ay olarak küçüktü. "Sıkılmışsındır diye geldim.”

"Jungkook," fısıltımla kaşlarını kaldırırken ben bacağımı çok hızlı sallıyordum. "Sana dair bildiğim tek şey ismin ve ben tanımadığım insanlarla konuşmaktan nefret ederim." Bulduğum özgüvenle söylediğim şeyle gözlerini kaçırırken “Ben," demişti. "Ben seninle tanışmak istiyorum ama.”

Çok masum görünüyordu.

Tanrı şahit, öyle masum görünüyordu ki, ağlayarak buradan kaçmak istemiştim.
"Ben istemiyorum," dedim yine de. O... O mükemmel tanımına yakındı. Güzel bir yüzü, güzel bir fiziği vardı. Dersleri iyiydi, arkadaş ortamının ve çoğu kızın odağıydı. Seokjin'in dün dediklerine göre ailesi çok zengindi. Yani... Benim gibi biriyle tanışması yalnızca hayatının en büyük lekesi olurdu. "Kalk lütfen.”

"N-neden hep beni tersliyorsun ki?" Kırgın sesine neden dayanamadığımı bilmiyordum ama gözlerimi hemen cama çevirmiş, ondan kaçmıştım.

Aralanan dudaklarımdan çıkmak isteyen kelimeler vardı, hayatım boyunca izin vermeyeceğim türden.

Vermedim de.

Dudaklarım defalarca açılıp kapanırken, tek yaptığım derin nefesler alıp vermek olmuştu. Tarih öğretmenimiz bir şeylerden bahsetmeye devam ediyordu. İç sesimin "Sikeyim Kore'yi!" diyişine bile gülecek halim yoktu.

Titreyen dizime bastırdığı parmaklarıyla bütün vücudum titremeye başladığında o, “Lütfen," demişti.

Bir şey söylemedim.

Tek yapabildiğim elini hızla ittirip sıradan kalkmak, sonra da sınıftan koşar adımlarla tuvalete gidip kusmaktı.

stigma ' vkook✔Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin