twenty one|27?

32.2K 2.7K 3.7K
                                    

lostigma eyvallah seftali

Peşinde koşturmaktan yorulduğum Jungkook, gecenin bir yarısı arayıp yine o tavşan kafasıyla beni ayağına çağırmıştı.

Evine gidip onu görüşümün üzerinden birkaç gün geçmişti. Odamda uykuya dalmaya çalışıyor ve bir yandan da, üniversite işini ne yapacağımı düşünüyordum. Öylece bacaklarımı kendime çektiğim ve tavanı izlediğim sıra, yastığımın yanındaki telefon titremeye başlamıştı. Arayan Kook’tu.

"Efendim?" diye açtım aramayı. Önce karşıdan gelen hışırtılarla kulağım rahatsız olsa da, "Hyung-" diyene dek sabırla beklemiştim. Arkada birisi tiz sesli bir kahkaha atıyordu ve bu yatakta doğrulmama sebep olmuştu.

“Hyung... Ben diyecektim ki, beni gelip al.”

“Ne?"

"Beni al diyorum!" diye bağırdı birden. Sesi biraz titriyordu ve gerçekten ne konuştuğunu biliyor muydu emin değildim. "Buraya gel ve-Ve ona benim sevgilim olduğunu söyle.”

Yattığım yerde doğrulduğum gibi, "Kimden bahsediyorsun?" diye sordum hızla. Derin nefes sesi kulağıma dolmuş, dudaklarından “Jihoon..." dökülmüştü. "Beni sinir ediyor hyung... Ona söyler misin? Ona, beni birazcık sevdiğini söyler misin?”

Kelimeleri yaya yaya konuşuyor oluşuna karşın, bıkkınlıkla bir nefes verdim ve sonra düşünmeden yataktan çıktım. Telefonu hoparlöre alıp dolaptan çıkardığım ilk tişört ve pantolonu üzerime geçirirken, "Neredesin?" diye sormuştum. Ama o, "Bilmem ki!" dedi. "Jimin, neredeyiz?!”

"Hyung... Şeydeymişiz-Şeyde.”

Gevelemeyi kesip, "Konum atacağım." diye bir fikir sunmuştu. Odamdan çıkarken aklımda yankılanan tek şey, anne, idi. Anne, sen Tanrı'nın gönderdiği en güzel şeysin.

Jungkook aramayı kapatmıştı. Gerçekten büyük bir aptal gibi davranıyordu ve gecenin bir yarısı beni peşine takmaya alışmış gibiydi. Yine de... Bu beni, mutfak masasının üzerindeki, annemin belki bir gün arabayı kaçırmak istersin diyerek zorla sürmeyi öğrettiği arabasının anahtarını cebime atmaktan alıkoyamamıştı.

Sonrası hızlıydı. Evden çıktığım gibi arabaya atlamış, akrobatik hareketlerle arabayı çıkarmaya çalışmış, en sonunda başarılı olup yola koyulmuştum ancak pek zordu. Yol karanlıktı, nedensizce uykulu gözlerimle zar zor ışıklandırmalarla süslü ana caddeye çıkabilmiştim ve yol tarifini yapan kadının ince sesine bile küfür ederken, bulunduğum yere on beş dakikalık bir uzaklıkta görünüyordu.

Pekala, o siktiğim yerde ne arıyor olabilirdi?

Boş yolda kolayca ilerlerken, ara sokaklarda dahi hız yapmış ve babamın genlerini taşıdığımı kanıtlamıştım. On iki dakikada oradaydım ve arabayı öylesine bir yere bırakıp aşağıya indikten hemen sonra, bir bara ait olduğuna emin olduğum binanın arka kapısına doğru yürüyordum. Buralarda olmalılardı, kesinlikle buralarda bir yerlerde olmalıydı.

Öyleydi de. Arka kapının açıldığı boş sokakta, elindeki şişeyi bir o tarafa, bir bu tarafa sallayarak konuşurken dudakları yukarıya doğru uzuyordu. Yere çökmüştü, Jimin gözleri bayık bir şekilde gülüyordu ve Jihoon da yere uzanmıştı.

Gerçekten…

Hoseok olmadan berbat bir takımdılar.

"Kook!" diye bağırdığım sokakta, sessizliğin hakimiyetinin son buluşu, gözlerinin büyümesine sebebiyet verdiğinde ona doğru hızla yürüyordum. Sinirliydim, elimden gelse yüzüne bir tane geçirirdim ama şu tatlı ifadesine de kıyamıyordum.

stigma ' vkook✔Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin