12- Gerçek mi Yoksa Hayal mi?

67 1 0
                                    

Biraz sonra telefonlarımızın sinyalinin çekmediğini fark ettik. Hiçbir türlü bu hiçliğin ortasında kimseye ulaşamıyorduk ve tekerlekleri kim kestiyse bu kişinin hala etrafta olma olasılığı bizi tedirgin ediyordu. Üstelik hava da yavaştan yavaştan kararmaya yüz tutmuştu.

Bir müddet geldiğimiz yoldan geri yürümeye başladık, yaşlı teyzeyle amcanın evine ulaşabilirsek belki bize yardımcı olabilirler diye umuyorduk. Eve vardığımızda bahçede değillerdi, bu yüzden evlerinin girşine giderek kapıyı çaldım. Zile defalarca basıp tokmakla vurduğum halde kimse kapıyı açmıyordu.

Bu ev, annemin bana hediye ettiğinden daha küçüktü ama iki katlıydı. Verandadan çekildim ve girişteki merdivenleri indim. Tam arkamda Matt vardı, alt kattaki bir pencereye bakıyordu. Onun baktığı yere bende baktım. Yaşlı teyze camdan bizi izliyordu ama kıpırtısızdı.

“Hey bakar mısınız?!” İleriye pencereye beni duymasını ümit ederek seslendim. El kol hareketleri yapıyordum. Evlerinin kapısını işaret ederek açmalarını istedim. Ancak o, benimde onu izlemeye başladığımı anlayınca pencerenin perdesini çekti ve kapattı. Bizi görmelerine rağmen kapıyı yine de açmıyorlardı.

“Tuhaf.” diye mırıldandı Matt.

“Bir tuhaflık daha mı? Bugün yeterince yaşadık.”

Matt elimi tuttu ve evin bahçesinden çıktık. Sert rüzgâr oradan oraya esiyor, bizi üşütüyordu. Köprüye doğru giden patikanın üzerinden geldiğimiz gibi yine geri geri gitmeye devam ettik. Motosikleti arkada bırakmak zorunda kaldığımız için Matt pek hoşnut değildi, abisinin motoruydu çünkü.

Birbirimize sokulmuş halde, saçlarım etrafta uçuşurken yürümeye devam ettik. Bu sırada hava iyice karardı. Köprüye yaklaştığımız zaman, şu terk edilmiş evi gördük. Oldukça eskiydi; tek katlıydı ve çatısındaki kiremitler eksikti, kimisinin yere düşüp kırıldıklarını görebiliyordum. Pencerelerinde perde vardı ama solmuştu ve yıllardır kullanılmıyor gibiydi. Kapısı ise kırıktı, üzerine sprey boyayla bir şeyler yazılmıştı. Uzun zamandır evsizlerin ve delicesine macera arayan gençlerin mekanı gibi görünüyordu.

Ürkütücü evin önünden yürüyerek geçtik, Matt’e daha sıkı sarıldım. “Şşt,” dedi kulağıma, “eski bir ev sadece.”

Köprüye daha da yaklaştıkça etraftaki ağaçlar arttı, Middlebury Ormanı’nın bir ucundaydık. Middlebury Irmağı’nın akan suyunun sesini duyabiliyorduk. Köprü de bir o kadar eskiydi ki üzerinden araba geçmesi yasaktı, üzerinden ilerlerken gıcırdayan sesini duyabilirdiniz. İnsanlar buraya ulaşımını bisiklet veya motor türü araçlarla sağlıyor olmalıydılar. Tüm ırmağın ve ormanın diğer tarafına geçebilmenin yolu bu köprüydü. Otuz mil kadar ileride bir köprü daha vardı, oradan arabaların da geçebileceği kadar sağlamdı ama oldukça uzaktı.

Köprünün sağ tarafındaki korkuluk kırılmıştı, yıllardır bir tarafı kırık duruyordu öyle. Matt ile geçerken, onun kolunu bırakıp kırık olan yere gittim. Eğilip o tarafından ırmağın akan suyuna baktım. Su sakindi, kendi yansımamı görebileceğim kadar durgundu. Yansımama baktığımda saçlarım rüzgârdan dalgalanıyordu, arkamda birisi vardı. Yüzü bulanıktı bu yüzden arkamdakinin Matt olduğunu zannettim.

Suya ve yansımalara bakmaya devam ettim. Arkamdaki kişinin yansıması sanki beni belimden tutmak ister gibi ellerini uzattı. Bu sırada yüzünün ayrıntılarını seçebildim ve gördüğüm yansımanın benim yansımamın tıpa tıp aynısı olmasıyla çığlığımı ağzımdan kaçırdım. Yüzünün çehresi aynı benimkiydi ama ben yüzümü buruştururken o sinsice bakıyordu; o an beni tutmak değil itmek istediğini anladım.

Çığlıklarımın ardı arkası kesilmiyordu, akamda Matt’in yanıma koştuğunu duyabiliyordum. Sanki buz kesmiş gibi donup kalmıştım. Sudaki yansıma beni tam belimden tuttuğu sırada belimde o parmakları hissettim. Dengemi kaybedip suya doğru düşüyordum ki o parmaklar beni bırakmadı ve belimden daha sıkı sarmaladı. Düşerken sımsıkı kapattığım gözlerimi açtım ve beni tutan kişinin sudaki bana benzeyen yansımanın değil de Matt’in olduğunu anlamanın verdiği ani şokla rahatladım.

ParanoyaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin