"Yok, bu da olmadı."
Ellerini saçlarının arasına daldırarak hafifçe çekiştirirken şişirdiği yanaklarını kütüphanede olmamızı umursamadan sesli bir şekilde indirdi ve başını kaldırdı. Sinirle dudaklarını kemirerek bacağını titretiyordu ve üzerindeki sorgulayıcı bakışları da umursamıyordu.
"Ne yapıyorsun?" diye mırıldandım kulaklığımın tekini çıkartırken. Sinirli bakışlarını bana çevirdi. "Rahat bir pozisyon arıyorum."
"Sessiz arasan diyorum, nerede olduğumuzu farkında değilsin sanırım? Kütüphanenin özelliği sessiz olmasıdır. Böylelikle insanlar kolayca odaklanabilir derslerine."
Önce kaşlarını kaldırıp ciddiyetimi ölçmek için gözlerini gözlerime dikti, sonra gözlerini devirip gülerek kolundaki saatine baktı ve aynı anda ayağa kalktığında ben de tekrar önüme dönerek not çıkarmaya devam ettim. "Nereye diye sormayacak mısın?"
Umursamazca başımı iki yana salladım. "Hayır."
"Neden peki?"
Sıkıntıyla nefesimi dışarı üflerken sert bir şekilde kalemimi kitabımın üzerine koyarak başımı kaldırdım ve dudaklarıma oldukça sahte —bir o kadar da imalı— bir gülümseme yerleştirip omzumun silktim. Geldiğimizden beri olduğu yerde kıpırdanarak ya da bana sürekli sorular sorarak dikkatimi dağıtmaktan başka bir halta yaramamıştı. Bir ara susması için kulaklığımı çıkarıp ona takmıştım ancak dinlediğim müziklerin ne kadar saçma olduğunu söyleyip gereksiz eleştiriler yapmaya başladığında iyice sinirlenerek geri almıştım.
"Çünkü umrumda değil."
Eğilerek başını burnumun dibine soktu. "Dersim var, oraya gidiyorum. Hani olur da merak edersen, haberin olsun diye söylüyorum."
"Merak edeceğim en son kişi bile değilsin Jungkook." diye homurdandım elimin tersiyle yüzünü ittirirken. Onu yanımda getirmek büyük bir aptallıktı. "Artık bu nefret dolu sözlerini ciddiye almıyorum farkındaysan. Her neyse, çıkışta görüşürüz."
"Umarım olmaz."
"Umarım olmaz dediğin her seferinde biz görüşüyoruz. Artık benimle görüşmek istediğini düşünmeye başlayacağım sarışın." Elimle yüzümü ovaladım. Gerçekten neden hâlâ gitmiyordu? "Jungkook," Başımı kaldırarak gözlerimi gözlerine diktim. "Siktir git. Tamam mı? Siktir git. Ya ben buraya ders çalışmaya geldim ama senin yüzünden akıl hastası olup çıkacağım."
Gözlerini ovuşturarak kıkırdadı. Yorgunluğu nefes alış verişinden yürüyüşüne kadar belli oluyordu ama tuhaf bir şekilde hâlâ sinirlerimi bozacak enerjiye sahipti. Aslında yaptığı tek şey konuşmaktı ama bundan da yorulmuyordu. "Tamam tamam, gidiyorum. İstemesen de görüşeceğiz zaten."
Onu duymazdan gelerek kulaklığımı tekrar kulaklarıma yerleştirdim ve kalemini elime aldım ancak birkaç dakika sonra yine kitabın üzerine fırlattım. Olmuyordu. Dikkatim parçalara ayrılarak etrafa saçılan bir cam gibiydi ve ben onları birleştirmeyi geçtim, toplayamıyordum bile.
Gözlerimi kapatarak derin bir nefes aldım ve ayağa kalkarken kitaplarımı toparlamaya başladım. Eskiden bu kütüphanede çalışmayı seviyordum ve saatler boyunca da hiç mola vermeden çalışabiliyordum. Bugün yine aynı şeyleri yapabilme umuduyla dersimin olmamasına rağmen erken kalkıp gelmiştim ancak bu girişimim fiyaskoyla sonuçlanmıştı.
Telefonum arka cebimdeki yerini bulurken çantamı omzuma asarak hızlı adımlarla çıkışa doğru ilerlemeye başladım. "Hey, Lisa?" Pek tanıdık gelmeyen ses tonundan ismimi duyduğumda kaşlarım çatılırken adımlarımı durdurup yavaşça arkamı döndüm. Tanımadığım biri olduğu hakkındaki tahminlerim doğruydu çünkü bana seslenen kişi Jungkook'un konuşmama kararı almadan önce sürekli yanında olan ve benim de kızıl afet olarak nitelendirdiğim kızdı.
Gülümseyerek bana doğru birkaç attım attığında artık karşımdaydı. "Lisa'ydı değil mi?"
Başımı salladım. "Evet."
"Şey, Jungkook ve seni birlikte kafeteryadan çıkarak buraya geldiğinizi gördüm ancak anladığım kadarıyla Jungkook senden önce çıkmış. Acaba nereye gittiğini biliyor musun? Onunla bir şey hakkında konuşmam lazım da."
"Maalesef biliyorum," diye mırıldandım. Kaşlarını çatarak gözlerime anlamsız bakışlarla baktığında ilgisizce gözlerimi devirerek omzumu silktim. "Kendisinin nerelere gidip ne yaptığı zerre kadar umrumda değil ancak umrumda olmaması da onun umrunda değil. Her neyse, dersinin olduğunu ve oraya gittiğini söyledi."
Kaşlarını kaldırarak kıkırdadığında yüzünde oluşan anlam veremediğim küçümseyici ifadeyle kaşlarımı çatmıştım. "Dersinin olduğunu söyleyip yanından gitti mi?"
"Evet? Ne var bunda?"
"Jungkook eğer bir kızın yanından dersinin olduğunu söyleyip kalkıyorsa muhtemelen başka bir kızın yanına gidiyordur. Demek istediğim bu tamamen bir bahane."
Güldüm. "Bu benim işime gelir."
"Ne?"
"Ne sanıyorsun bilmiyorum ama bizim aramızda bir şey yok. Flört etmiyoruz, çıkmıyoruz ve çok yüksek ihtimalle düşündüğünün aksine birlikte de olmadık. Arkadaş olduğumuza bile —o öyle olduğumuzu düşünüyor— emin değilim. Yani, eğer aklında seni benim yüzümden bıraktığına dair gibi bir düşünce varsa bunu sil çünkü böyle bir şey olmasının imkan yok." Arkamı döndüğüm sırada aklıma gelen şey ile tekrar ona baktım. "Ha bu arada, Jungkook yanımdan kalkıp gitmek isterse bunu bir bahane üretmeden yapabileceğini çünkü benim bunu zerre sorun etmeyeceğimi biliyor. O yüzden, emin ol şu an derste uyumaya çalışıyor. Dersi dinleyemeyecek kadar yorgun ve uykulu."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
faith
Fanfictionkütüphanede jungkook ile yolu kesişen lalisa, bunun yalnızca bir seferliğe mahsus bir denk geliş olmasını umsa da öyle olmaz. Mart 2019 | lorna ©