3.7

9K 733 367
                                    

Içinde son bir yudum sıcak çikolata kalan bardağımı son kez dudaklarıma götürdüm ve ayağa kalkarak çalışırken etrafa saçtığım kitaplarımı toplarlayıp kolumun altına sıkıştırdım. Evde ders çalışamadığıma artık kesin gözüyle bakıyordum çünkü ne zaman çalışma masamın başına otursam sadece birkaç dakika sonra kendimi ders çalışmaktan çok uzak şeyler yaparken buluyordum.

Sınavlara iki hafta gibi kısa bir süre kalmıştı ve benim tek umudum burasıydı. Yoksa hazırlığı tekrarlamak benim için kaçınılmazdı.

Masanın üzerindeki karton bardağımı elime alarak buruşturdum ve çöp kutusunun içine atıp kütüphaneden çıktım. Bugün hava oldukça güzeldi. Bahar geliyor, ağaçlar çiçek açmaya, etraf canlanmaya başlıyordu. Kış aylarındayken sanki etrafa arabanın kirli camlarından bakıyormuşum gibi hissediyordum. Doğanın gerçek güzelliği cam açılınca, yani bahar gelince ortaya çıkıyordu.

Bu sefer kafeteryaya ana girişinden değil de, okul binasının içindeki girişinden gitmeyi tercih ederek tünel şeklinde yapılmış koridora yöneldim. Tam kafeteryaya gireceğim sırada bileğime yapışan el ve beklemediğim bir anda hızla malzeme odasına çekilirken kitaplarım gürültüyle yere düşmüştü.

Jungkook, ben içeri girdikten sonra hızlı bir şekilde kitaplarımı toplarlayarak bana uzattığında kaşlarımı havaya kaldırırken alaycıl bir ifadeyle elindeki kitaplarımı yırtarcasına çektim. "Sağol ya, çok iyisin."

Kaşlarını çatarak gözlerime anlamsız bakışlarla bakarken derin bir nefes aldı. Odanın en uç köşesine geçerek ağırlımı vermeden kolilerden birinin üzerine oturduğumda hareketlerimi, mimiklerimi ve en önemlisi de bakışlarımı dikkatle izliyordu.

"Neden buradayız?" diye sordum sinirlerimi bozan sessizliğe daha fazla tahammül edemeyerek. O bir köşede, ben bir köşede oturuyor ve telepati yoluyla anlaşmayı bekliyor gibi tek kelime etmeden sadece birbirimize bakıyorduk. "Bilmem," dedi omuzlarını kaldırarak. "Sen söyle?"

"Neyi?"

"Neden telefonlarımı açmadığını? Ya da mesajlarıma dönmediğini? Yüzüme bakmamanın sebebini, yaptığın saçma sapan imaların sebebini, bu halini... o kadar çok soru var ki, bence istediğinden başlayabilirsin cevaplamaya."

Abartıyla gözlerimi devirerek nefesimi dışarı üfledim. "Jungkook ne saçmalıyorsun? Daha fazla ne kadar bekleyeceğiz burada?"

Omuzunu silkerek elindeki anahtarları sallarken "Sana bağlı." diye mırıldandı ve yumruğunu sıktı. Kollarını göğsünde birleştirirken anahtarı avucunun içine hapsetmişti. Neden böyle yapıyordu? Neden sırf onunla konuşmuyorum diye bizi bir odanın içine kitliyordu?

"Aç kapıyı." dedim tıpkı onun bakışları gibi soğuk bir tonda. Hava ve bu oda yeterince sıcaktı ama ben onun buz gibi bakışları karşısında üşümeye başlıyordum. "Hayır."

"Jungkook aç şunu." Dişlerimin arasından homurdandığımda keskin bakışlarını bakışlarıma sabitlerken, yavaş yavaş ve bastırarak tekrar "Hayır." dedi. Gözlerimi gözlerinden ayırıp zemine indirirken derin bir nefes aldım. "Ne istiyorsun?"

"Sorularımın cevabını almak. Çok zor bir şey değil. Yapamayacağın bir şey hiç değil ama sen inatla beni itekliyorsun."

Bu sefer ben bakışlarımızı buluştururken "Neden buradasın?" diye sordum. Kaşlarını çattı. "Az önce söyledim ya-"

"Benim sorumun cevabı bu değil ama. Neden benim yanımdasın? Ya da şöyle sorayım, neden seninle konuşup konuşmamam bu kadar umrunda?"

"Ne?" dedi güler gibi ancak yüzünde güldüğüne dair en ufak bir mimik kıpırtısı yoktu. Sadece gözlerime bakıyordu. Hiçbir duygu olmayan yüzündeki ifade ve sanki dünyadaki tüm duygularını gözlerinde toplamış bakışlarla bakıyor, ruhuma inmeyi başarıyordu. Nasıl böyle derin bakabiliyordu bana?

faithHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin