- Komutanım.
- Evet Fatih?
- Şimdi bir korucu bile çıkmazsa köyü yakarım demiştiniz ya. Gördüğünüz gibi ben korucu oldum. Şimdi köylüleri serbest bırakacak mısınız? Bakın parmağı da bastım.
- Evet, Fatih, bizler söz verdik mi tutarız.
Şoreş sonra dönüp ailesine ve köylülerine baktı. Hemen hemen hepsinin yüzüne baktı.
- Beni hain ilan etmeyin. Ben ne yaptıysam, sizler için yaptım. Komutan da söz verdi zaten. Size hiçbir zarar vermeyecek. Beni asla unutmayın. Asla.
Tam bu sırada Nalân Şoreş diye bağırdı. Fakat hala kimse anlayamamıştı durumu. Nalân iki kolundan tutan askerlerden bir türlü kurtaramıyordu kendisini. Bu sırada Şoreş, silahı kafasına doğru götürdü ve bir el ateş etti.
....
Evet, Şoreş şehit düşmüştü. Etrafı saran bu çığlık gibi suskunluğun ortasında sadece sinek vızıltılarının sesi duyuluyordu. Komutan küplere binmişti yine. Yerinde duramuyordu. Sonra askerlere dönüp:
- Her yeri yakın, yıkın! Taş üstünde taş bırakmayın! Beni kandırmanın ne demek olduğunu göstereceğim size.
Askerler her yeri yakmaya, yıkmaya başladılar. Hayvanlar ahırlardayken yakılıyordu ahırlar. İnsanlarla hayvanların çığlıkları birbirine karışıyordu. Evlerinden hala çıkmayan insanlar da vardı. Silahlardan kaçarken yangınlara yakalanıyorlardı, Yangından kaçarken silahlara. Hepsi bir bir yerlere düşürülüyorlardı. Köyde neredeyse gerçekten de taş üstünde taş bırakılmamıştı. İnsan ölüleri ile hayvan ölülerinin sayıları karıştırılacak düzeydeydi. Komutanın öfkesi henüz dinmemişti. Kalabalığın arasına dalıp önüne geleni tekmeliyordu. En son tekmeleyip tekmelemeye bir türlü doyamadığı Reşo'nun eşiydi. Nalân, annesinin tekmelendiğini görünce askerlerden kendisini kurtarıp önüne atladı komutanın.
- Bırak annemi şerefsiz. Soysuz. Namussuz.
- Ooo Türk kızına da bakın hele.
- Bırak annemi bırak! Bırak!
- Alın şunu aracıma.
Askerler Nalân'ı araca alırlarken komutan Reşo'nun gözlerinin içine baka baka eşinin kafasına beş el ateş etti. Komutanın öfkesi onu artık insanlıktan çıkarmıştı. Reşo ve köylüler silahlar altında ağızları burunları kan içinde oturuyorlardı. Ellerinden hiçbir şey gelmiyordu. Komutan aracına doğru yöneldi. Yığılmıştı Reşo. Umutsuzluk ve çaresizlik içinde arkadan ağlayarak bağırıyordu:
- Bunu bana yapma komutan. Namusum o benim. Şerefim. Haysiyetim. Emanetim. Yapma komutan yapma...
Komutan duymuyormuş gibi ilerliyordu aracına. Askerlerden biri karşı çıksa da kendisine karşı çıkmasıyla komutan tarafından kafasına sıkılması bir olmuştu. "Alın şunu. Teröristler vurdu deyin" dedi. Nalân sırt üstü yatırılmış elleri ve ayakları açılmış şekilde bağlanmıştı. Çırılçıplaktı bedeni. Bütün masumiyetiyle. Çığlıklar atıyordu Nalân. Komutan çıkardı belindeki kemerini ve üzerine uzandı Nalân'ın. Bembeyazdı bedeni. Süt gibiydi. Bakmaya kıyamazdı insan. Boynundan öpmeye başladı Nalân'ı. Kalçalarını okşamaya başlamıştı bile. Arada elini bacaklarının arasına atıyordu. Kudurmuş köpek gibiydi. Başını memelerinin arasına koydu. Öptükçe öpüyordu, yaladıkça yalıyordu. Meme uçlarını emiyordu bir yandan, bir yandan da elini hala bacak arasında gezdiriyordu. Tam Nalân'ın canını yakacakken dışarıdan silah sesi duyuldu. Hemen doğruldu komutan. Askerlere kızı giydirmelerini emretti ve dışarı fırladı. Çıkarken hala kemerini bağlamaya çalışıyordu.