- Yemek hazır canım. Dedi.
- Tamam, geliyorum, biraz işim var.
O akşam yemekler yenildi çaylar içildi. Gayet sıradan bir gece geçirdiler. Berfin bu konuyu içinde atmak istiyordu adeta. Bu yasak aşkı bildiğini belli etmemek için elinden geleni yapıyordu. Camdan dışarıyı izliyordu bir ara. Sürekli gördüğü ardışık "üç yıldız"ı ailesine benzetiyordu. Kimi geceleri yıldızları göremeyince nefret ediyordu geceden. Hiç sevmiyordu karanlığı. Karanlık ona hüzün veriyordu. Hüzün, yalnızlık. Ama aslında yalnızken çoğalıyordu içinde. Yalnız sayılmaz insan yalnız kaldığında. Çünkü o an binlerce düşünce vardır yanında. Binlerce sen. İnsan yalnız kaldığında olgunlaşır aslında. Olgunlaşınca da insan.
Bu günler ve geceler birini izlerken okul başlamıştı. Berfin heyecandan yerinde duramıyordu. Üniversitede ilk gününü yaşayacaktı. Ona ilk gün tecrübeli biri olarak Dicle eşlik edecekti. Evlerinden çıkıp yola koyuldular. Yürümek istiyordu Berfin. Yolda bir anne ile oğluna rastladılar. Onlar da aynı okul yolcusuydu. Selamlaştılar, tanışıp konuştular. Sonra anne:
- Keça mın, tu ji dıçi zaningehe?
Berfin:
- Bele dayike. Ez dike herım zaningehe u huquqe bixwinım.
- Keçika mın! İnşella tu rojek were bı Kurdi ji bıxvini. Lawik e mın pür dıxwast. Hema ne bu kısmet.
- Âmin daye.
Aslında düşünmüyor da değildi Berfin. Ama nasıl. Üstelik Kürtçe yasaklı bir dil iken. Hiçbir imkân, olanak yok iken. Bu olursuzlukların sebebi ise, bazılarınca böyle bir dilin olmaması. Peki, ama elli milyona yakın insanın konuştuğu bu dil neydi? Oysa bir araştırılsa bu dilin kelimeleri, kelimelerin kökenleri. Neredeyse on farklı anlamdaki sözcüklerin köklerinin aynı olduğunu görebileceklerdi. Bu durum ise bir dilin ne kadar eski ve ne kadar zengin bir dil olduğunu göstermez mi? Göstermezmiş demek ki. On üçüncü yüzyıla ait Kürtçe eserlere rastlanılmasına rağmen, Kürtçe diye bir dil yokmuş. Ama elbet düzelecek bu durum. Mamafih hukuk ve siyasi mücadeleyle. Elbette bir insanoğlu çıkacak ve kabul edecek bütün gerçekleri. Yeter ki biraz vicdanı olsun. Yeter ki biraz gerçekçi olsun. Gerçi burada asıl görev Kürt halkına düşüyor. Dillerine sahip çıkmalı bu halk. Aynı şey Türkçe, Arapça, Lazca için de geçerli. Bir halkı var eden kültürüdür. Kültürü var eden ise dil. Hepsi bir arada yaşanılabilirken neden yasaklansın ki başkalarının dilleri, kültürleri? Çoğu ülkede onlarca dil yaşıyor, yaşatılıyor. Olayı ırkçılaştırmamak lazım. Ne zamanki ırkçılık girdiyse araya, hayvandan ne farkı kalır ki insanın? Bunun en güzel örneği Amerika. Çok çeşit ırk var ama zerre ırkçılık yok. Ve dünyanın en zengin, en güçlü ülkesi sayılıyor şimdi. Neden ülkemiz böyle olmasın ki?
Üniversiteden içeri adım atar atmaz yüzünde güller açtı Berfin'in. Teyze ve oğlundan ayrıldılar. Zaten oğlanla hiç konuşmamışlardı. Her yer genç kaynıyordu. Çoğu çimlerde uzanmış mavi gökyüzünü izliyor, kimi sigarası elinde yürüyor, kimi bazı kâğıt parçaları dağıtıyor, kimi sevgilisiyle sanki orada onlardan başka kimse yokmuş gibi sevişiyor, kimileri ise yeni gelen öğrencilere yardım etmeye çalışıyordu. Ne kadar güzel bir ortam böyle. Berfin sevincinin her anını Dicle ile paylaşıyor, Dicle de kardeşinin bu sevincine katbekat eşlik ediyordu. Fakülteye varıp panodan ilk derse baktılar.
İlk ders; "hukuka giriş: derslik 101".
Hoca Kemal Mene.
Hemen dersliğe geçtiler. Berfin utandığı ve kimseyi tanımadığı için en arka sıralara doğru hızla ilerlemeye çalışıyorken Dicle: