Reşo, Kürşat'ın hareketini düşünüyordu. Hem hazırlanmıştı hem de gelmeyeceğini söylemişti. Düşündürücü bir durumdu bu. Aklına türlü türlü sebepler getiriyordu. Akşam misafirperverliğimizden mi memnun kalmadı, yoksa canı bir şeye mi sıkkındı diye düşünüyordu. Ya da komutanın arabası olduğu için mi binmek istememişti. Peki, ama neden binmek istemesin ki? Ne iş yaptığı da pek belli değil zaten. Öğretmenim diyor ama işe giderken elinde tek bir kitap bile yok. Aynasız olabilir mi ki? Evet, olabilir ama... Diye düşüne düşüne kendini yiyip bitiriyordu.
Kızlar ise Kürşat amcalarını hiç akıllarına getirmemişlerdi. Onların düşündüğü tek şey dershaneydi. Liseden sonra farklı bir yerde, farklı insanlarla, farklı bir ortam. Sınıfa geçtiklerinde kimseyle konuşmadılar. Meraklı bakışlar içerisinde boş olan sıraya geçtiler. İkisi yan yana oturdu. İnsanlara bakmaya çekiniyorlardı fakat insanlar onlara bakmaktan hiç de sıkılmıyorlardı. Dersin hocası geldiğinde yeni gelen iki kardeşi sınıfla tanıştırdı. Fakat Nalân burada da ismi ve fiziki farlılıklarından dolayı şaşkınlıkla karşılanmıştı. Bu durum onun canını acıtıyordu. Kendisini farklı olmakla beraber oldukça yalnız da hissediyordu. Bu durumun bir daha yaşanmamasının tek çaresi isim değişikliğidir diye düşündü ve bunu babasıyla paylaştı. Babası da onadıktan sonra büyük uğraşlar ve rüşvetler sonucunda adını Berfin olarak değiştirdi. Kedilerine derhaneyi ayarlayan komutanın yardımlarını da hiçe saymamak lazım. Böyle bir ismi kolay kolay kabul etmezlerdi yoksa. Yasaktı çünkü. Aslında yasak olması bazen memura bağlıydı. Aynı zamanda da cebinize ve dönemin iktidar partisine.
Berfin ismi Nalân'a yepyeni bir hava katmıştı. Kendi kendine " şimdi bakalım ne diyecekler." Diyordu. Sınıfla pek yıldızı barışmadı iki kardeşin. Arada bir karşılıklı hoşlaşmaların dışında tabi. Nalân çıkma teklifleri alıyordu. Neden sevgili olma isteğine "çıkma teklifi" deniliyor onu da anlamış değilim. Bu medyadan kaynaklanan bir durum bence. Tamam, çoğu zengin çevrelerde bir yerlere çıkılır, yemekler yenir ve sonraları sevgili olunur ama günümüzde farklı anlamlar yüklenmiş bu kavrama. Gençlerimiz televizyonda gördüklerini tam anlamıyla hayatlarına uygulayamasalar da bir sürü sebepten dolayı, bazı kavramları sokabilmişlerdir hayatlarına. "Çıkma" gibi. Nalân Mustafa ve Mahsun adında iki çocukla duygusal bir şeyler yaşadı. Fakat bu aşk denemelerinin hiçbiri, birinci adımdan öteye geçemedi. Bu aslında kendileri için de iyi oldu. Deneme sınavlarında birinciliği ve ikinciliği kimseye bırakmıyorlardı. Arada bir, birbirleriyle yer değiştiriyorlardı. Dershanedeki hocaların gözdeleri olmuşlardı. Hocalar onlara ha bire kaynak kitaplar, deneme setleri veriyorlardı. Onlar da hocalarını mahcup etmiyorlardı tabiki.
Bütün eğlenceleri haftada bir gün Gamze ve Dilber ablalarıyla bir araya gelip bir şeyler yapmaktı. Zaman hızla geçiyordu. Haftalar, aylar birbirini kovalıyordu. Son günlerdeki soğuk havalardan Dicle hasta olup yataklara düşmüştü. Nalân dershaneye tek başına gidip gelmek zorundaydı o günler. Doktor Dicle'ye en az bir hafta dinlenmesi gerektiğini söylemişti. Reşo işe gittiğinden dolayı birinin Dicle'ye bakması lazımdı. Gamze bu görevi memnuniyetle kabul etti.
Artık Dicle'nin her şeyiyle Gamze ilgileniyordu. Dicle ise durumdan gayet memnundu. Çünkü Gamze bir hafta boyunca gündüzleri yanında kalacaktı. Gamze onun ihtiyaçlarını giderirken elini tutuyor, yüzünü okşuyor bazen de sarılıp öpüyordu. Bu durum Dicle'yi havalara uçuruyordu. Aralarındaki bu bağ giderek kuvvetleniyordu. Bu durumdan Gamze de gayet hoşnuttu. Hatta çoğu kez sarılıp birlikte uyuyorlardı.
Bu aynı zamanda itiraf edilemeyen bir aşkın ilk kıvılcımlarıydı.
Dicle iyileştikten sonra arada köye gidiyorlar annelerini ve kardeşlerini ziyaret ediyorlardı. Nalân resimlerini bırakıp, biriktirdiği rüyalarını anlatıyordu her zaman ki gibi. Dicle ise biriktirdiği gözyaşlarını döküyordu toprağa. Ve yeni yeni yazmaya başladığı birkaç şiiri bıraktı annesinin mezarına. Dicle de Nalân da şiir yazıyorlardı arada. Şiir yazmak bir hastalıktır. Bir türlü kurtulamaz insan bu hastalıktan. Tedavisi de henüz bulunmadı zaten. Dicle'ye de Nalân'dan bulaşmıştı bu hastalık. Yalnız, ne zaman gitseler mezarlara yeni bırakılmış reyhan dalları görüyorlardı. Bu onları oldukça sevindiriyordu. Gülerek koklarlardı reyhan yapraklarını.