II. Bölüm 5

182 3 0
                                    


           Sonrasında bir asker yerde yatan yaralı bir genç kıza, onu ayağa kaldırmak için elini uzattığında, kız "daye, dayee" diye adeta göğü yırtan bir çığlık atınca, komutan; "bu hayvanlar insanların üzerlerinde nasıl bir korku bırakmışlar" deyip gözyaşlarına boğuldu.

Nalân böylece hayatından bir sayfa daha çevirdi. Defin işleri bittikten sonra uzun süre köylüler tek bir kelime dahi konuşmamak için var güçleriyle direniyorlardı. Aradan hemen hemen hemen iki ay kadar zaman geçmişti. Çoğu kız çocuğu ve kadın intihar ettiler. Nalân ile Dicle her gün annelerini ve kardeşlerinin mezarlarını ziyaret ediyorlardı. Nalân, Şoreş'in mezarına çizdiği resimleri bırakıp, Şoreş'e gördüğü rüyaları anlatıyordu.

- Merhaba kardeşim. Umarım gittiğin yerde rahat ve mutlusundur. Bugün sana gördüğüm bir rüyayı daha anlatacağım. Ama bu seferki rüyam çok kısa ve çok tuhaftı. Yine bir üzüm tarlasındayız. Fakat hepiniz o sıcağın altında çalışırken ben çalışmıyorum. Bu benim çok zoruma gitti. Anlam veremedim. Neden kardeşim? Neden sen o küçük ellerinle ve o küçücük bedeninle çalışıyorken, annem, babam, Dicle ve Fırat çalışıyorken ben çalışmıyordum? Ben sadece elimde su testisiyle size su taşıyordum. Sen bana ilk defa abla değil de Nalân diye sesleniyordun. "Nalân bana da su verebilir misin?" diye sesleniyordun. Ben de seni hiç tanımıyormuşum gibi hiç cevap vermeden sana su getiriyorum. Sen eline bardağı alıyor bense su dolduruyordum sana. Fakat su kıpkırmızıydı. Yani kan akıyordu sürahiden. Sonra kan ter içinde uyandım. Çok kortum kardeşim. Hemen yanına gelip sana o an anlatmak istedim. Ama çok karanlıktı korktum. Fakat karanlıktan değildi korkum. Neyden korktuğumu sen daha iyi biliyorsun. Ha bu arada artık kimse oyun oynamıyor bu köyde. Milletin ağzını bıçak açmıyor. Havalar da bir türlü düzelmedi gitti. Beyaz bulutların yerini kahverengi bulutlar aldı hep. Buralardan çok sıkıldım Şoreş. Seni, ağabeyimi ve annemi çok özlüyorum. Sağ olsun komutan yediden yetmişe yani daha doğrusu köyde sağ kalan herkesi maaşa bağladı biliyor musun? Yani paramız var. Paramız var ama huzurumuz yok işte. Ne yapacağımızı bilemiyoruz. Babam şehre gidelim diyor. Ama ben sizi bırakmak istemiyorum. Hem gitsek ne olacak ki. Aramızda kalsın bir de hiç yemek yapmayı bilmiyor babam. Alınmasın diye Dicle'yle anlaştık tabaklarımızı bitiriyoruz. O da çok seviniyor buna. Bizim bir şey yapmamıza da izin vermiyor. Ne yapsın adamcağız. Bir biz kaldık. Üzerimize nasıl titriyor bir bilsen. Biz de pekiyi değiliz hani. Babam da bizi idare ediyor işte. Mesela elbiseleri hiç temiz yıkayamıyoruz annem gibi ama o hep tertemiz olmuş diyor bize. Anlayacağın kör, sağır, dilsiz idare ediyoruz işte. Ha bak unutuyordum. Yine resim çizdim sana. Ama bu sefer bizim köyümüzü çizdim. Belki özlemişsindir dedim. Anneme de anlat tamam mı? O pek anlamazdı resimden ama olsun özlemiştir biliyorum. Bizi de özlemiştir biliyorum. Özlemiştir biliyorum. Özlemiştir biliyorum. Çünkü ben de sizi çok özledim. Sizi özlüyorum Şoreş. Sizi çok özlüyorum. Kendine çok iyi bak. Bizi merak etmeyin sakın. Hepimiz çok iyiyiz. Fırat ağabey de bir kere aradı babamı, o da iyiymiş. Biliyor musun o da sizi çok özlemiş. Ağlamaktan hiç konuşamadık biz. Şoreş seni çok seviyorum.

- Canım benim hadi gidelim.

- Tamam. Gidelim.

- Sana bir şey sorabilir miyim?

- Tabi ki kardeşim.

- Neden her şeyi kırmızıya boyuyorsun?

- Başlarda ben de anlam veremiyordum. Bu da benim tarzım olsun diyordum. Hani her ressamın bir tarzı vardır ya, bu da benimki işte. Sonra farklı farklı anlamlar yüklüyordum. Ama sanırım artık niçin kırmızıya boyadığımı daha iyi anlamaya başladım.

NÂLÂNHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin