Berfin : "Acaba çok mu yanlış yaptım? Çok mu sert çıktım? Ayıp oldu kesin. Bir daha konuşur muyuz bilemiyorum. Ama hak etti o da. Oh olsun. İnsan hiç yadırgar mı başka bir insanı? Ben niye yadırgamıyorum? Dicle ve babam niye yadırgamıyor? Bin yetmiş birde Müslüman kardeşlerimiz geliyor diye Anadolu'nun kapılarını onlara kim açtı bir bilseler. Bilmiyorlar ama. Peki neden? Çünkü okumuyorlar. Aslında okuyorlar ama neyi okuyorlar? Yıllardır ırkçı ve taraflı tarihi, edebiyatı, sanatı... Yahu tarih diyorlar, Selahaddin Eyyubi'nin Kürt olduğunu son yıllarda kabul ediyorlar. Edebiyat diyorlar Ziya Gökalp, Ahmet Haşim, Mehmet Akif, Nazım Hikmet (anne tarafından), Yaşar Kemal ve daha nicesi, bunların Türk olmadığını bilmiyorlar. Tiyatro ve sinemada başı Ermeni ve Kürt'ler çekmemiş mi? Müziğe bakın, Ahmet Kaya, Müslüm Gürses, İbrahim Tatlıses, Mahsun Kırmızıgül, Alişan, Zara, Aynur Doğan... aslında müzikte saymak daha zor. Demek ki neymiş bütün mesele. Mesele "bir" olamamakta. Bir olduk mu cenneti bu dünyada, bu ülkede yaşarız. Ne gerek var ırkçılığa, ayırımcılığa. Şivan Perwer, Ciwan Haco, Ahmet Kaya, Yılmaz Güney, Memed Uzun... Neden sürgün hayatı yaşasınlar. Taşlar ufaldıkça su tarafından sürüklenmesi daha kolay olur. Oysa biz birlikte kayadan kocaman bir dağ oluruz. Ne su işler bize, ne rüzgâr. Fakat gel de anlat bunu. Irkçılık bir nifak tohumudur. Girdi mi beyne, yayılması önlenemez. Binlerce insan öldü bu uğurda. Çocuklar yetim kaldı. Köyler yakıldı. Ceset kuyuları açıldı. Sonuç olarak da anaların yüreği parçalandı hep. Yürekler parçalandı. Hapishanelerde makatlara coplar sokuldu. Meme uçlarına elektrotlar bağlandı gencecik kızların. Çoğu mahkûmdan haber alınamadı. Bazı mahkûmlar da "üç kibrit çöpüyle" yıllarca kutlanması yasaklanan Newroza ateş oldu. Oldular ki özgürce kutlanılabilsin Newroz. Peki sonuç? Yine işkencehaneler, yine lağam çukurları, yine ceset çukurları-kuyuları. İyi de kardeşlik, barış, birliktelik dururken ne gerek vardı bunlara? Bir halkı bir halka nasıl bu kadar kindarca düşman ettiniz?" Diye düşündüğünde Dicle uyandırmaya çalışıyordu onu. Uyumuştu kafeteryada, Kaan gittikten sonra. Kafasını masaya koymuş uyuyuvermiş ardından.
Eve doğru yola koyuldular. Kampüsteki çiçeklere bakıyordu Berfin. Bu kadar güzel miydi ki çiçekler? Bu kadar rengarenk miydiler ki? Oysa daha sabah geçmişti oradan. Peki ya güneş? Nasıl güzel görünüyordu gökyüzünde. Bir sürü kuş cıvıltısı. Farklı farklı seslerde hem de. Kulağa müzik gibi geliyor. İlerideki inşaattan gelen çekiç sesleri bile öyle. Bu arabalar bir sanat eseri gibi. Ya bu kaldırım taşları hele. Simitçi çocuk ne kadar da güzel, masum, tertemiz. Bir de mendil satan teyze var, ruhunu öpesi geliyor insanın.
Berfin duraksadı bir an. Durdu ve konuşmak isteyen fakat bir türlü konuşamayan insan gözleriyle baktı Dicle'ye. Sonra korktu, hastalığı mı nüksetti diye endişelendi. Ama sonra gülümsedi. İçinden "âşık oldum ben" dedi. Ama hayır içinden değil. Dicle de duymuştu bunu.
- Anlamadım, ne dedin sen? Âşık mı oldun?
- Ne aşkı? Ben mi dedim? Hayır... Şey... Yani yok ne aşkı, yok daha neler.
- Bak canım aşk böyle bir şeydir işte. Nutkun tutulur, konuşamazsın. Hayat ile hayal arasındaki aşk malikânesinde yaşarsın. Her şey bir başka görünür gözüne. Öncesinde kendine bile itiraf etmezsin, edemezsin. Aslında kabullenmek istemezsin. İnsanımızın doğasında var bu. İlla ki muhalif olacaksın her şeye. Ama bir de bakmışsın ki aklından çıkmıyor. Bu sefer senarist olursun. "acaba o da benden hoşlandı mı, o da benim gibi düşünüyor mu, beni düşünüyor mu, bir daha nerde karşılaşırız, ilk ben konuşurum bir merhaba derim, sonra o başlar konuşmaya. Sonra sevdiğimiz kitaplardan, sanatçılardan, filmlerden konuşuruz. Sonra o bana duygularını açıklar ben de ona..." diye yazar durursun. Sonra bunların hiçbirine ihtimal vermezsin. Aslında her şey doğaçlama gelişir. İlk konuşmada konu bulamaz susarsınız, utanırsınız, çekinirsiniz. Ama eğer olursa bu ilk günlerin tadını çıkarın. Çünkü bambaşkadır bu ilk günler. Bambaşka bir heyecan. Ve eğer aşk diyorsan canım, yüreğinin göğsüne sığmadığını hissetmelisin önce. Çünkü aşk böyle bir şeydir. En büyük yan etkisi budur. Hadi anlat bakalım.