Dilber salona da iki yatak serip odasına çekildi. Dicle ise mutluluktan havalara uçuyordu Gamze ile yatacak diye. Bu belki de Tanrı'nın kalbinde bıraktığı anne boşluğunun meydana getirdiği bir durumdu. Kim bile bilirdi ki. Belki de Tanrı onu böyle yaratmıştı. Neyse... Kurcalamak günah... Bir insan bir insana bu kadar nasıl bağlanabilir ki? Aynı duyguları Gamze de yaşıyordu. Bütün bu hisler karşılıklıydı fakat bir türlü dışa vurulamıyordu. Ama yine de karşılıklı olduğunun hissedilmesi yetiyordu ikisine. Reşo sigarasını söndürdükten sonra herkes odalarına çekildi. Dilber üzerine geceliğini giydikten sonra yatağına geçip tavanı izlemeye başladı. Hiç uykusu yok gibiydi. Düşüncelerle örgü örüyordu beynine. Açık pencereden esen rüzgâr yarı çıplak bedenini serinletiyordu. Her gece yatmadan önce yaptığı gibi bardağını ve şişesini çıkarıp kendisine biraz votka doldurdu. Aksi halde uyumakta güçlük çekiyordu. Nalân odasına çekilip hemen uykuya daldı. Reşo da öyle. Fakat Kürşat bir türlü uyuyamıyordu. Yatağında kıvranıp duruyordu. Dilber'in odasına gitmenin yollarını düşünüyordu. Dicle ise Gamze ile oturmuş biraz sohbet ettikten sonra uyumak için yatağa geçti.
- Canım hava çok sıcak istersen üzerindekileri çıkar istersen.
- Olur mu abla? Utanırım ben.
- Utanılacak bir şey olsaydı sana demezdim zaten. Hem kim var ki biz bizeyiz.
- Evet haklısın. Çok şükür ki biz bizeyiz. O zaman sen de çıkar ki utanmayayım.
- Tamam canım tamam. Bak ben de çıkarıyorum.
Gamze üzerindeki elbiseleri çıkarırken Dicle gözlerini Gamze'den ayıramıyordu. Harika bir vücudu vardı. Göğüslerinin üzerine sarkan altın sarısı saçlar parlıyordu adeta. Esmer bir teni vardı. Bir tek iç çamaşırları kaldı üzerinde ve yatağına döndü. Bu çift kişilik yatak onlar için çift kişilik cennetten bile daha güzeldi o an. Sonra Dicle de üzerinde sadece iç çamaşırlarını bırakıp girdi yatağa. Yan yana uzanmış birbirlerinin gözlerine bakıyorlardı. Bakıyorlardı ve hiç konuşmuyorlardı. Aslında konuşmak istediklerinin hepsini, ağızlarını hiç açmadan konuşuyorlardı. Uzun zamandır birbirlerine duydukları aşkı birbirlerinin yüreğine fısıldıyorlardı adeta. İkisinde de gerdeğe yeni girecek genç kızların ilk heyecanı vardı sanki. Gerçi bunu Dicle gerçekten yaşıyordu. Gamze eliyle Dicle'nin saçlarını okşuyordu. Dicle ise yaklaşmış ve teslimiyet duygusunun verdiği masumiyetle sadece bakıyordu. Gamze elini yüzünde gezdirmeye başladı Dicle'nin. Sonra da omuzlarına dokunup uzun uzun sarıldı. Dicle de aynı tepkiyle sarıldı ve bırakmak istemedi. Sonra Gamze'nin yüzüne bakıp küçük bir öpücük kondurdu yanağına. Derken karşılıklı öpücük kondurmalar yerini derin bir sessizliğe ve hareketsizliğe bıraktı. Birbirlerine o kadar yakınlardı ki birbirlerinden soluyorlardı adeta. Gözleri parlıyordu ikisinin. Sonra Gamze olgunluğunun verdiği rahatlıkla Dicle'nin dudaklarına yapıştı birden. Dicle bu kadarını beklemiyordu. Ama o da istiyordu. Gamze, Dicle'nin üzerindeki bu şaşkınlık ve karşı konulamayacak isteğin verdiği tatlılığı görüp dudaklarına emmeye başladı Dicle'nin. Sonra... Sonrası vücutlarda el-dil değmedik yer bırakmadan sabaha kadar seviştiler.
Bambaşka bir duyguydu bu Dicle için. Korku, şaşkınlık ve arzu. Hayatı boyunca Gamze'nin kolları arasında yaşamak istiyordu. Öyle bir an yaşıyordu ki aklına ne Nalân ne de babası geliyordu. Sadece kendisi ve aşkı için yaşamak istiyordu. Gamze ise yeniden aşkı bulmuş gibiydi. Mutluluklarına diyecek yoktu doğrusu.
Isınmaya başlayan gün uykuda kimseyi bırakmamıştı. Herkes uyandı ve kahvaltı için bir koşuşturma başladı. Akşama doğru Reşo ve çocukları köye uğrayacaklardı. Herkesin yüzünde güller açıyordu. Kahvaltı oldukça mutlu ve umutlu bir hava içerisinde geçti. Kahvaltıdan kalkıldığında biraz daha muhabbetten sonra herkes evinin yolunu tuttu. Reşo ve çocukları köye uğramak için hazırlanmışlardı. Birkaç gün öncesinden uzun pazarlıklar sonrası cüzi bir fiyata kendilerini köye götürecek olan araba evin önünde bekliyordu. Arabaya yüzlerindeki yarı hüzün ve yarın sevinçle binen bu parçalanmış ailenin geriye kalan fertleri köyün yolunu tuttu. Yolda kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Bu yıpranmış beyinlerde tarifsiz düşünceler havada uçuşuyordu. Nalân başını arabanın camına dayamış etrafını izliyordu. Dicle kafasını arkaya dayamış bir şekilde arabanın tavanı izliyordu. Reşo ise ağlamamak için kendini zor tutuyordu. Kendi köyüne, kendi evine, çocukluğunu geçirdiği bu topraklara bir misafir gibi gelip gitmeler çok ağrına gidiyordu. Önce mezarlığa geldiler. Arabadan ilk inen Nalân oldu. Nalân mezara yüzünü dönüp bekledi bir an. Sonra mezara doğru sıska adımlarla yürümeye başladı. Mezara varır varmaz ağlama sesleri yürek parçalayacak derecede kimsenin uğramadığı, uğrayamadığı bu kimsesiz mezarda yankılandı. Sonra Nalân, Dicle ve Reşo göz göze geldiler ve hep birlikte tekrar ağlamaya başladılar. Dicle ile Reşo diğer ölülere de dualar okumak için mezarları gezmeye başladılar.