Allah Resûlü şöyle buyurur:
"Bir kimsenin senin vâsıtanla hidâyete ermesi, senin için (en kıymetli dünya nîmeti olan) kızıl develere sahip olmandan daha hayırlıdır." (Buhârî, Cihâd, 143)
İnsanları îmâna, hakka ve sâlih amellere davet etmek, kötülüklerden uzaklaşmalarına yardımcı olmak, en hayırlı vazifelerdendir. Zira bu, onları ebedî kurtuluşa çağırmak demektir. Cenâb-ı Hak bu ulvî vazifenin değerini şöyle haber verir:
"(İnsanları) Allâh'a çağıran, sâlih amel işleyen ve; «Ben müslümanlardanım.» diyen kişiden daha güzel sözlü kim olabilir?" (Fussilet, 33)
Allah Resûlü de şöyle buyurmuşlardır:
"Doğru yola davet eden kimse, ona tâbî olanların sevapları kadar sevap alır. Bu, tâbî olanların sevâbından bir şey eksiltmez! Kötü bir yola davet eden kimse de, ona tâbî olanların günahları kadar günah alır. Bu da, tâbî olanların günahlarından hiçbir şey eksiltmez!.." (Müslim, İlim, 16; Ebû Dâvûd, Sünnet, 6; Tirmizî, İlim, 15)
Târihî bir gerçektir ki, Anadolu'nun ictimâî nizâmının Moğol istilâlarıyla sarsıldığı devirde yetişen Mevlânâ ve Yûnus Emre Hazretleri gibi büyük mutasavvıflar, âdetâ birer sulh, sükûn ve huzur pınarları olmuş, bunalan kitlelere, kanayan yaralara ve yorgun gönüllere şifâ ve tesellî sunmuşlardır. Onlar, gâfil kimseleri, kurtarılmayı bekleyen birer hasta olarak telakkî etmişler ve muâmelelerinde "kin ve nefret"ten dâimâ uzak yaşamışlardır. Yûnus ne güzel söyler:
Ben gelmedim dâvî için
Benim işim sevi için,
Dostun evi gönüllerdir,
Gönüller yapmaya geldim!*
*
*
Bu büyük şahsiyetler gönül yapmaya geldiklerinden, insanlara hep gönül penceresinden bakmışlar, etraflarına dâimâ muhabbet ve şefkat tevzîinde bulunarak, nicelerinin hidâyetine vesîle olmuşlardır. Eğer onlar, bu güzel ve firâsetli davranışların aksine hareket etselerdi, neticede, arada uçurum bulunan insanlarla irtibat tamamen kopar ve nihâyet bu gibi kimselere Hakk'ı tebliğ etme imkânı kalmazdı. Bu da, ilâhî murâda ters düşerdi. Zîrâ Cenâb-ı Hak, kullarının, içine düştüğü bataklıktan kurtulmasını istemektedir. Bunun için insanlık târihi boyunca, binlerce peygamber göndermiş ve en güzel üslûpla gönülleri tezkiye etmelerini emir buyurmuştur. Yine aynı gâyeye mâtuf olarak insanlara lutfedilen ehlullâh da, onların mânevî terbiyesinde bu nebevî üslûbu devâm ettirmişlerdir.
"(Ey Rasûlüm! İnsanları) Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve (lüzûmu hâlinde) onlarla en güzel bir üslûpla mücâdele et..." (en-Nahl, 125)
"Sâlih ameller işleyip de, ben Allâh'a teslim olanlardanım, diyerek insanları Allâh'a çağıran kimseden daha güzel sözlü kim olabilir! İyilik ve kötülük müsâvî değildir. Sen kötülüğü en güzel bir tarzda önlemeye çalış. O zaman (göreceksin ki), seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki candan sıcak bir dost oluvermiştir." (el-Fussilet, 33-34)
.
.
.
Bu hakikatten hareketle Hazret-i Mevlânâ -kuddise sirruh-, gerek inançsız, gerek günahkâr insanları doğru yola istikâmetlendirmenin ehemmiyetini ve bu husustaki üslûbu şöyle telkin buyurur:
"Kapkara ve paslı olan bir demir, silinip cilâlandığı zaman ondaki pas gider! Bir ayna, demirden de olsa, cilâlanınca, yüzü parlar ve güzelleşir; orada şekiller, sûretler görülür."
"Gönül şehrinin suyunu bulandırma ki, orada ay ve yıldızları dolaşır hâlde göresin! Çünkü insanlar, ırmağın suyuna benzerler; su bulanınca, onda hiçbir şey göremezsin!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Misk-i Amber Kokulu Defterim
Randomبِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم Esselamü Aleyküm Ve Rahmetullahi Ve Berekatühü (Gül Kokulu Defterim kitabının devamı) "...Ey Rabbim! ilmimi artır de." (Taha: 20/114) "İnsanoğlu öldüğü zaman bütün amellerinin sevabı da sona erer...