20 Aralık 2014
Gökyüzü, aralık ayının en sakin gecesine şahitlik ediyordu. Bulutlar tiyatro oyunundaki perdeler gibi açılmış, sema deniz kenarındaki yazlık evlerin önünde diz çökmüştü. Saat akşamın ilerleyen sularında usulca akıyordu ama bu sakinlik Şah ailesi için pek geçerli değildi. Evde ufak bir kıyamet kopuyordu. Bir dönüm noktasıydı belki de bu küçük kıyamet...
Dışarıya taşan sesler evin duvarlarını inim inim inletirken evin genç delikanlısı o gece için evde değildi. Evin en küçük kızı ise yatağında yumulmuş annesinin ve babasının kulakları sağır eden tartışmasını dinliyordu. Oysa yanılıyordu, anne de baba da. Küçük kızlarının odasında huzurla uyuduğunu düşünüyorlardı; fakat küçük kız her şeye şahit oluyordu sessiz sessiz.
"Bıktım ben Asaf!" diye haykırdı kadın gözyaşları içerisinde. "Bıktım ya! Sen neden anlamak istemiyorsun beni? Yorulmak ne bilir misin sen Asaf?" Dudaklarından kaçan hıçkırık ile elini göğsüne bastırdı ve başını iki yana salladı titreyerek. Kabullenemiyordu bir türlü. Kalbi o kadar kırıktı ki her yerine batarken bu kırıklar, kabullenemiyordu.
"Annenden babandan ayrı düşmek ne bilir misin?" diye sordu sessizce. "Ben senin yüzünden memleketimi terk edip buraya geldim, sana iki tane evlat verdim, büyüttüm, kendimden ödün verdim, ben kendimden vazgeçtim be..." İçindeki yara kanaya kanaya baktı adama. "Ama sen bir kadını ailemizden uzak tutamıyorsun öyle mi?"
Nilüfer Hanım kıpkırmızı bir suratla eşinin üstüne yürürken tüm okların isabet ettiği adam, titrek bir dal gibi geriye sendeliyordu her defasında. Engellemiyordu eşini. Asaf Bey, Nilüfer Hanım'a karşı kuvvet uygulamadan ve bıkkın bir hissiyatla onu dinlerken kadının çikolatadan yoğun göz bebeklerinden okunan koca bir hayal kırıklığından başka bir şey değildi. Uykusuz bakıyordu gözleri. Saçı başı dağılmış, yorgun gözleri kısılmıştı artık. Ağlamaktan, üzülmekten bitap düşmüştü ve en çok da yılmıştı her seferinde aynı olayları başa sarıp sarıp yaşamaktan. Çok yorulmuştu kadın. Yüzünde saatlerdir süren tartışmanın yüreğe kazınan yorgunluğu vardı.
"Bir şey söylesene Asaf!" diye inim inim inledi Nilüfer Hanım, salonun ortasında. Sesi artık boğazından geliyordu boğuk boğuk. Hıçkırıkları evin kasvetiyle buluşurken az sonra kopacak olan kıyametten farksızdı her şey.
"Yazıklar olsun sana..." dedi kadın en sonunda bin bir pişmanlıkla. Sesi tükenmişti. Benliğiyle birlikte tükendiğini hissediyordu neredeyse. Hayatında ilk defa bu kadar bıkmıştı her şeyden ama kalbinde hala hissettiği tek bir şey vardı. Asaf Bey'e olan sonsuz aşkı ve yitiremediği o saygısı...
Eliyle gözlerinden sicim sicim akan gözyaşlarını sildikten sonra dişlerini sıkarak on sekiz yıllık eşine baktı uzun uzun.
"Yazıklar olsun Asaf. Sana da verdiğim emeklere de ama en çok da bana yazıklar olsun. Değmezmiş. Ailemi arkamda bırakmama, ülkemi terk etmeme, kendimi senin uğrunda harcamama gram değmezmiş. Madem o kadını sokacaktın hayatımıza, neden iki çocuğumuzun da günahına girdin, neden? Neden bana bunu yaptın?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Koyu Kestane: Ekim
ChickLitBasit bir hikâyem var. Oldukça basit... Bir annem var, asla elini tutup da bu kadın benim annem diyemediğim. Bir babam var, asla yüzünü göremediğim, sırtımı dayayamadığım. Bir tane ablam var, hiçbir sırrımı paylaşamadığım, bana yol göstermeyen, en...