Uykunun en yoğun ve tatlı olduğu anda kapıdan gelen tıkırtılarla birlikte kapalı haldeki gözlerimi yavaşça araladım ve odanın içine baktım anlamsızca. Biraz daha bekledim seslerden emin olabilmek için. Belki de hayal görüyordum, emin değildim lakin o sesler tekrar etti ve bu defa endişeyle yatağımdan kalkmak zorunda kaldım. Üzerimdeki ince örtüyü sıyırıp attım bir kenara ve soğuk fayansa bastım çıplak ayaklarımla. Minik adımlarla kapıma kadar gidip kolunu tuttum sıkıca. Sola doğru çevirip kapıyı kendime çektiğimde sanki üzerimde hiçbir şey yokmuş gibi sadece kafamı uzatıp dışarı baktım. Tam o esnada Oğuz'un lüle lüle olan saçları ile burun buruna geliverdim. Ne istediğini bilmiyordum ama saatin erken olduğunu biliyordum. Yüzümü buruşturdum onu görür görmez. Ne işi vardı bunun kapımda?
"Oğuz?" dedim tarazlı bir sesle. Yutkunarak gözlerimi kırpıştırdım ve birini ovaladım. Öyle çok uykum vardı ki gözlerimi tam anlamıyla açmam mümkün değildi. Zaten daha gün aymamıştı bile.
Oğuz'un dudaklarını saran heyecanlı gülümsemesine kaşlarımı çatarak bakarken elini havaya kaldırdı birden. Battaniye ve bir poşet vardı bana gösterdiklerinde. Poşetin içindeyse ne olduğunu bilmiyordum. Aslında bu karanlık ve loş ışıkta göremiyordum pek.
"Hadi hazırlan. Güneş birazdan doğacak. Bu manzarayı kaçırmak istemezsin. Kapıda bekliyorum," diyerek kapıyı çekince boş boş kapanan kapıya baktım. Anlayamamıştım. Tekrar kapıyı açtığımda yere bağdaş kurup oturduğunu fark ettim.
"Ben bir yere çıkmayacağım. Uyuyacağım," diyerek kapıyı suratına kapattığımda kapım tekrar açıldı ve bu defa Oğuz izinsiz bir şekilde içeriye girdi. Arkama dönüp çattığım kaşlarımın altından en huysuz bakışlarımı atarken Oğuz benim aksime rahat ve gülümsüyordu. Gülümsemesi artık iyiden iyiye sinirimi bozmaya başlamıştı.
"Dışarı çıkarmayacağım seni, korkma. Aslında dışarı çıkacağız ama merak etme sadece birkaç merdiven. Hadi çıkar şu pijamaları."
Oğuz'un havanın aydınlanmamış vaktindeki bu inanılmaz enerjisi ile yüzümü buruştururken yatağın karşısındaki cam kapaklı dolaba yönelişini izledim. Yabancılık çekmeden içinden bana ait olduğundan bile şüphe duyduğum kıyafetlerden çıkardı. Elbise üstelik. Ben elbise giymekten nefret ediyordum. Ayağıma dolanıyordu hep ve bacaklarım terliyordu.
"Bu çok güzel. Giy hadi, bekliyorum bak kapıda," dedi ve odadan çıktı. Bakışlarımla onu takip edip yatağın üstüne attığı elbiseyi dolabın içine tıktım ve çantamdaki tarakla saçlarımı tarayıp kendi haline bırakarak odadan çıktım. Oğuz sesimle birlikte oturduğu yerden doğrulunca beni baştan aşağıya süzüp tepki vermeden daha önce hiç gitmediğim koridoru gösterdi. Kıyafet için zorlamayacaktı sanırım. Güzel...
"Üst kata çıkacağız. Takip et beni," dedi ve merdivenin üçüncü kata yükseldiği basamakları çıktık seri bir şekilde. Onun bu hızına yetişemiyordum doğrusu ve dakika başında üç dört kere esnemekten başka hiçbir şey yapmıyordum. Üçüncü katta bir teras olabileceğini düşünüp Oğuz'un arkasından adeta uyuklayarak çıkarken bir çıkmaz sokağa girmiştik sanırım. Aniden durunca ben de durup gözlerimi araladım. Kapkaranlık bir yerde durduğumuzda kalbimi saran zayıf bir endişeyle Oğuz'un tişörtünü sıktım. Beni buraya sürükleyerek ne planlıyordu?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Koyu Kestane: Ekim
Genç Kız EdebiyatıBasit bir hikâyem var. Oldukça basit... Bir annem var, asla elini tutup da bu kadın benim annem diyemediğim. Bir babam var, asla yüzünü göremediğim, sırtımı dayayamadığım. Bir tane ablam var, hiçbir sırrımı paylaşamadığım, bana yol göstermeyen, en...