Sessiz kütüphanede kahvemi usulca yudumladım, bu sessizliği bozan kafamdaki sesler; sanki hiç susmayacak kadar zehirliydiler.
''...Aslında alışılmadık ölçüde yetenekli.''
Kitabı yavaşça kapattım, bulunduğum yerden demirli pencereye baktım, yağmur damlaları ağaçlara vuruyor; rüzgarın uğultusunun içeri dolmasına, bu da içimin titremesine sebep oluyordu.
''Affedersiniz buraya oturabilir miyim?''
Dişlerimi hafif üşümemden ötürü birbirine bastırmıştım, sesin sahibine döndüğümde; uzun, ince elinin sandalyenin tahta kenarında olduğunu fark ettim.
Gözlerimi ellerinden çekerek önüme döndüm, sandalyeyi geri iterek yerimden kalktım.
Asılı olan şemsiyemi tam alacaktım ki ellerim durdu, gözlerim kızın ıpıslak saçlarına kaydı.
Ses çıkarmadan çantamdan bir not defteri ve kalem çıkarttım, o ise sadece ne yaptığıma bakıyordu.
El yazısıyla, "bu şemsiyeyi siz kullanabilirsiniz" yazarak arkamı döndüm ve kütüphaneden çıktım.
Daha önceden çantama attığım küçük yedek şemsiyeyi çıkardım, damlaların kaldırım ile çarpışmasını sırayla izleyerek tek tük insanların arasına karıştım.
Eve varmıştım.
''Hafif ıslandım sadece...'' Annem bana gülümseyerek baktı, ''Ah canım kızım, bu havada ıslanmasan şoka girerdim.'' Dedi.
Şemsiyemi asarak hafifçe gülümsedim; mutfaktan gelen kokuların, annemin hoşuma giden yemekler yaptığının habercisiydi.
''Önce bir duş al Gökyüzü, her yerin sırılsıklam, hem yorgunluğunu da atmış olursun, iyi gelir ayrıca masayı da hazırlamam için biraz zaman da vermiş olursun.'' Annem kıkırdadı, ben de gülerek başımı onaylarcasına salladım.
Tahta merdivenleri parmak uçlarımla ve sessizce çıkmaya başladım.
Ilık ve rahatlatan bir duştan sonra aşağıya inmiş, annemle beraber masayı kurmayı tamamlamıştık.
Yemeklerimizi yerken kapının kapanma sesini duydum, muhtemelen babam eve gelmişti.
İçeriye kabanıyla girdiğini gördüğümde annem ile gülümsedik, ''Canım, hadi gel.'' Annem elini yanında bulunan sandalyeye birkaç kere vurdu.
Açıkçası annem ile babamın ilişkisi kıskanılacak derece güzeldi. Benim için, sanki onlar birbirleri için özenle hazırlanmış iki ruhun, bedenen tanışmalarıydı.
''Yine çok güzel yemekler yaptığını görüyorum...'' Annem güldü, ''Sen ne zaman kötü yemek yaptığımı gördün bakayım? Ben her zaman güzel yemek yaparım!''
Annem kendini överken onların kahkahalarına eşlik ettim ve çorbamı sessizce içmeyi sürdürdüm.
Kaşığı, tabağa geri koyup ayağa kalktım.
''Kızım, doyduğuna emin misin?'' Kafamla onu onayladıktan sonra bulaşığımı lavabonun içine koyup mutfaktan yavaş bir şekilde çıktım.
Derin bir nefes verdim...
Her sıkıldığımda basamakları sayardım, bu benim için adeta bir rutin haline gelmişti, ''15, 16, 17.'' Tam 17 merdiven basamağı.
Odama ilerledim, evde annem ve babamın kahkaha ve gülüşmelerinden başka ses yoktu.
Odamın kapısını açarak yatağıma uzandım.
Ertesi gün çantama attığım kütüphane kartımı ayrıca küçük şemsiyemi alarak çıktım evden, bir pazar sabahıydı, fazlasıyla soğuk ama bir o kadar gürültülüydü.
Hırkama sarıldım ve çantamın kollarını da daha sıkı kavradım.
Kaldırım boyunu geçerek varlığını kanıtlayan çimlere baktım, bu görüntü beni gülümsetmişti.
Soğuk kütüphanenin gri mermer merdiven basamaklarıyla döşenmiş büyük kapısına baktım.
''Ah- Par-...'' Çarpışmanın etkisiyle şaşırdım.
''Özür dilerim, bir yeriniz acıdı mı?''
İlk önce yüzüme bakmayan gözleri bir anda beni bulmuştu, gözlerinin irileştiğini fark ettim, ''Siz...'' Bu sefer şaşkına dönen ben değil, oydu.
''Dün için gerçekten çok teşekkür ederim. Şey... Bana şemsiyenizi bırakmıştınız, hatırladınız mı? Aslında arkanızdan koşarak gelmeye çalıştım ama sizi kaybetmiştim bile...'' Uzun konuşmasına sadece, öylece baktım.
"Buyrun, belki karşılaşırız diye...'' Başımı olumsuz anlamda salladığımda kaşlarını çattı.
''İstemiyor musunuz?'' Diye sordu. Omuzlarımı silktim.
Onunla nedensizce konuşamıyordum, bu konu fazlasıyla sinirimi bozuyordu.
Ses tellerim titreşmiyor, ağzımı açamıyordum, sadece beden diliyle hareket etmem beni şaşırtıyordu, onun karşısında çok fazla savunmasız hissediyordum.
Acaba yanlış bir şey söylemekten mi korkuyordum?
Soluk fil dişi tenine, yeşil gözlere, hafif soluk pembemsi dudaklara sahipti, uzun kahverenginin koyu tonlu saçları, kırılacakmışçasına ince bir vücudu vardı, kahverengi gözlerimi ondan çekip yere indirerek yürümeye devam etme kararı aldım.
''Pekala, o zaman sizinle yürüyebilir miyim, lütfen?''
Ninniyi andıran sesi kulaklarımı doldurdu, başımı ona çevirerek tekrar onu süzerek başımla onayladım. ''Teşekkür ederim!''
Derin bir nefes verdim.
Kütüphaneye girdiğimizde sessizlik, büyük bir alanı kaplamıştı, insanlar kendilerine odaklanmış, kitap okuyor veya bir şeyler araştırıyordu, aradığım ortam tam burasıydı.
Düşüncelerimi duyabiliyordum.
Yanımda yürüyen kız beni geçmiş ve karşıda bulunan masalardan birine oturup kitaplarını ve defterlerini açmıştı.
Parmaklarım kitapların isimlerinde geziniyordu, onlara zarar vermek istemezcesine hafif dokunuyordum, yerlerinden oynatmak istemezcesine dersek daha doğru olurdu aslında... ''Cesaretsiz,''
''...Karamsarlık dolu düşüncelere hapsolmuş,''
Bir kitapta duraksadım, ''...Yalvaran çığlıklarını ağzına ulaştıramamış kimselerin,'' Kitabı dolaptan kendime doğru çektim, ''...Ruhları; asla dinlenmemiş, tutsak bırakılmış," Gözlerimi kitabın arkasına çevirerek inceledim.
''...Bedenler, ne arzulayabilirlerdi ki ölümden başka?''
Kitabı aldım ve o kızın oturduğu yere ilerledim, karşısında ki sandalyeyi çekerek oturdum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Renkli GxG
Teen Fiction[Tamamlandı] Tanrı; çocuklarını, benim onu sevdiğim kadar sevmiyordu. Kullanmış olduğum resimler ayrıca kapak fotoğrafı şahsıma ait değildir. 16.04.2017 13.06.2019