''İnsanlardan kaçabilmenin yolu yoksa neden duvarlar örüyoruz?'' Diye sordum bu sefer, onun benimle daha çok konuşmasını istiyordum. Şu an bir çocuktan farksızdım.
O benim için bitmesini istemediğim bir pamuk şekerdi.
''Çünkü her insanın hayatımızda olmasını istemeyiz.'' Dedi.
Yumruk yapmış olduğum ellerimi kavradı ve yavaşça açtı.
Avuç içime daireler çizmeye başladı.
''Önemli olan duvarlarının olup olmaması değil, Gökyüzü. Duvarlarının içinin ne kadar geniş olduğu.'' Gülümsedi, ''Oradan içeri giremeyen insanlar ise sadece geçip giderler. Bazen bilmek istemezler.'' Dedi.
''Sen de geçip gidecek misin benden Ayçiçeği?'' Diye sordum.
Gözlerim yeri bulmuştu, o insanlar arasından beni tanımak, arkadaş olmak istediğini söylemişti.
''Çünkü daha önce bilmek isteyenler içimde bıraktıkları her şeylerini toparlayıp gittiler.'' Gözlerim doldu.
Birçok insan hayatıma girmişti, hatta onlarla beraber kalbimin etrafına resimler asmış, fotoğraflar yapıştırmıştık.
Sonra birden hepsi... Resimleri sökmüş, fotoğrafları parçalamış ve gitmişlerdi.
Elimi daha sıkı kavradı.
''Ben buradayım, burada olacağım. Her zaman.'' Dedi.
Umarım olurdu.
_____
Sabah kalktığımda onun yatağında olduğumu fark ettim, saate baktım. 07.50.
Gözlerimi hafifçe açtım, acıyorlardı ayrıca bugün pazartesiydi.
Okulum vardı ve 8.30'da başlayacak olan derse yetişebileceğimi hiç sanmıyordum. Bu nedenle öğleden sonraki derslere girmeliydim.
Yüzümü ovuşturdum.
Esneyerek yatakta oturur bir vaziyete geçtim.
Telefonum masanın üzerindeydi.
Yerimden kalkarak masaya ilerledim ve telefonumu elime aldım.
Annem ve babamdan birkaç arama, mesaj vardı... Ayrıca Nefes'ten...
İç çektim, gözlerimi kırpıştırarak lavaboyu bulmaya çalıştım. Ev fazla büyük olmadığından direkt lavaboyu bulmuştum.
Yüzümü yıkadıktan ve kuruladıktan hemen sonra mutfağa gittim, yemek masasının üzerinde kahvaltı ve buzdolabının üzerine yapıştırılmış bir not vardı.
İlerledim, hardal sarısında olan yapışkan notu yerinden alarak okumaya başladım,
Günaydın Gökyüzü.
Umarım fazla geç uyanmaz ve yemekler fazla soğumadan kahvaltını edersin.
Aslına bakarsan bugün stajım olmadığından dolayı akşam 4 gibi okuldan çıkacağım, eğer denk getirebilirsen kütüphanede seninle kitap okumak isterim, seni seviyorum.
Afiyet olsun. :')
Yazıyordu.
Sonda olan ifadeye hafifçe tebessüm ettim.
''Orada olacağım... Ben de seni seviyorum.'' Diye mırıldandım.
Notu katlayıp cebime koydum.
Derin bir nefes vererek sandalyeye oturdum. Aç değildim, sabah kahvaltı yapmayı da sevmezdim.
Fakat bunların hepsini o hazırlamıştı.
Okyanus... Bana kahvaltı hazırlamıştı.
Gülümsemeden edemedim, kahvaltı etmeyi sevmememe karşın haşlanmış yumurtayı soymaya başladım.
_____
Evden çıkarken etrafa son kez göz gezdirdim.
''Teşekkür ederim.'' Diye bir not bırakmıştım buzdolabının üzerine.
Ayrıca yarattığım dağınıklığı toplamış, bana vermiş olduğu kıyafetleri düzenle katlayıp yatağına geri bırakmıştım.
Evin kapısını, arkamı dönerek kapattım. Derin bir nefes vererek gözlerimi sıkıca yumdum.
Ondan gitmiyordum.
Ondan gitmek istemiyordum.
Fakat, gitmek zorunda mıydım?
Örneğin, gerçekten söz verdiği gibi gelir... Ve ben de gidersem... Bir dahaki sefere...
Kahvaltıyı beraber hazırlar mıydık?
Bu gerçekten olur muydu?
Birbirimize kahvaltı hazırlamak...
Kafamı iki yana salladım. Şimdi gerçekten saçmalıyordum.
Saat sabahın dokuzu olmuştu.
Yutkunarak merdiven basamaklarından indim.
Adımlarımı biraz daha hızlandırdım, etrafa bakınarak yürüdüm, bu yollar aklıma kazınsın, hiç çıkmasın istiyordum.
Güneş etrafı ılıştırırken, hala gülümsüyor olmam bütün dengemi alt üst etmişti, nedensiz bir gülümsemeydi, sanırım.
Ve buna engel olamıyordum.
Kafamın içindeki düşünceler bir anda olumlu konuşmaya başlamıştı, bu neden olurdu?
Onu düşünmek sonunda beni hasta etmişti.
_____
Sayfalarının rengi kirli beyaz olan günlüğün sayfalarını karıştırdım.
Yazdıklarımın çoğu, boşa harcanmış kelimelerdi sanki.
Hele onu gördükten sonra...
Sanırsınız onu anlatmayan her kelime bomboştu.
Artık geçmişi hatırlayamıyordum bile, onsuz anılarım bulanıktı. Bilincim ciddi anlamında yerinde değildi.
Derin bir iç çektim, kalemim günlüğün sayfasına dokunmuş, çaresizce düşüncelerimin süzülmesini bekliyordu.
Ama bildiğim kelimeler, onu anlatmama yetmezdi.
Çünkü o anlatılamazdı.
Tarif edemediğim hisleri yazıya dökemezdim.
Bunu biliyordum ama o kadar çok anlatmak istiyordum ki; duygularım bilinsin.
Kafamdan milyon tane düşünce geçiyordu, ben de onları sadece koşarak yakalayamazdım.
Bunun için uçmam gerekiyordu.
Fakat koşmayı bırakın, ben yere çakılmış gibiydim.
Onu her düşlediğim zamanda, her şey bir anda kayboluyordu; yer, gök, denizler...
Daha önemlisi, onunlayken düşüyordum ama bu düşüş ne kadar zaman alacaktı? Yere çakılmayacak mıydım? Peki, şu an ne kadar yüksekteydim? Hiçbirini bilmiyordum.
Titreyen ellerimle yazmaya başladım, kelimeleri seçerken ise epey ürkektim.
Düz yazıyı sevmediğimden, el yazımla başlamış olan bütün kelimeler birleşip, bir cümle oluşturmak için çırpınıyordu.
Duygularımı kağıt üzerine geçirmek o kadar zordu ki, bazen zihnimden geçen kelimeleri süzmekte zorlanıyordum.
Güldüm; içimde biriken kahkaha sesleri, delirmeme sebep oluyordu. Ah ve...
Tanrı, çocuklarını, benim onu sevdiğim kadar sevmiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Renkli GxG
Teen Fiction[Tamamlandı] Tanrı; çocuklarını, benim onu sevdiğim kadar sevmiyordu. Kullanmış olduğum resimler ayrıca kapak fotoğrafı şahsıma ait değildir. 16.04.2017 13.06.2019