IV

487 48 4
                                    

Ve yine, her zamanki gibi kütüphanenin sessizliğine gömülmüştük.

''Shakespeare'in sözlerinden etkilenir misiniz?''

Karşımdaki sandalyede oturan genç kadının ani sorduğu soru karşısında bakışlarımı kitaptan çekmiş ve ona çevirmiştim, cevabımı bekleyen aç gözleri ses tellerimin titreşmesine sebep olmuştu.

''Shakespeare'i kim sevmez ki?'' Sesimin tonu istemsizce soğuk çıkmıştı, buna güldü.

''Değil mi?'' Çantasını karıştırırken kitaplarını ve defterlerini çıkardı, ''En sevdiğin sözü nedir?''

Başımı geriye attım ve gözlerimi kütüphanedeki kitaplara çevirdim. ''Aslında... Romeo ve Juliet repliği.'' Kaşlarını kaldırdı.

Bunu o'na söylemek zor olacaktı, buna rağmen döktüm bütün o kelimeleri ağzımdan...

''Ah, Romeo, Romeo! Neden Romeo'sun sen?İnkar et babanı, adını yadsı... Yapamazsan, yemin et sevdiğine, vazgeçeyim Capulet olmaktan ben. Benim düşmanım olan adındır yalnızca; sen sensin, Montague olmasan da... Hem Montague nedir ki? Ne eli bir erkeğin, ne ayağı, ne kolu, ne yüzü, ne de başka bir parçası... Ne olur bir başka ad bul kendine...''

O da benimle söyledi,

''Adın ne değeri var? Şu gülün adı değişse bile,
kokmaz mı aynı güzellikte?"

Aynı anda bitirmiştik, yanaklarımın kızardığını hissediyordum.

''Ezberlemişsin...'' Dedi ve belli ki bu kadar uzun konuşmama şaşırmıştı, benim de şaşırdığım gibi.

Sabah Nefes'le olan diyaloğumuz aklıma doluştu.

''Ezberlemesi güzel.'' Diyebildim yalnızca, uzun ve özenli cümleler kuramıyordum onun karşısında.

Muhtemelen o replik de kurduğum uzun olan ilk ve son cümlem olarak da kalacaktı...

''Benim en sevdiğim sözü: "Beğendiğiniz bedenlere, hayalinizdeki ruhları koyup, aşk sanıyorsunuz.'' Benim için anlam yüklüdür, bazen Shakespeare'in aklından geçen düşüncelerini bile merak ederim.''

Dişlerimi sıkarak karşımda ki kıza baktım, ona çok uzun zamandır merak ettiğim bir soru sormak istemiştim... ''Sevgi nedir?''

''Sevgi; ihtiyaçtır.'' Kaşlarımı çattım, belki de daha derin sormalıydım?

''Aşk nedir?'' Dedim bu sefer.

''Aşk...'' Gözlerini şaşkınlıktan dolayı açmıştı, bana bakmıyordu.

"Aşk beğendiğimiz bedenlere değil, birilerinin ruhlarına olan bir açlıktır, oradadır ama asla dokunamadığındır, belki... Aşk belki de... Sadece birine tapmaktır. Tanrı'ya tapanlar aşık değiller midir Tanrı'ya?''

''Değillerdir.'' Dedim.

''Olabilir,'' İşaret parmağını kırmızılı olan dudağına attı, ''Aynı zamanda olmayabilir de.''

Derin bir nefes vererek sırtımı sandalyeye yasladım, kitabın kapağını kapatmıştım ve onu yerine koymak için ayağa kalkıp eski rafına doğru ilerlemiştim.

Diğer tüm kitapların arasında kalan boşluğa kitabı yerleştirdim, geri dönüp sandalyeye asmış olduğum çantamı aldım ve arkamı döndüm.

"Hey-'' Olduğum yerde durmaya devam ederken kafamı geriye çevirdim, ''Neden, yani, gidiyor musun?''

Gülümsedim, başımla onu onayladım... Kafamı tekrar çevirerek yürümeye başladım; şehrimin kütüphanesi büyüktü, yaşadığım yeri sırf bu kütüphaneye sahip olduğum için seviyordum.

Büyük merdivenlerin olduğu yere geldiğimde havanın fazla bulutlu olduğunu gördüm bu da yağmurun geleceğinin habercisiydi fakat bu sefer şemsiyemi yanıma almamıştım.

"Pardon,'' Kolumdan tutulup yönüm değiştiğinde dengem bir an için bozuldu.

Anlamsızca yüzündeki birbirine karışmayan çillerine baktım, sulu boya fırçasının narin darbeleri gibi tek ve ayrıydılar...

Ne olduğunu sorarcasına ona baktım.

"Sadece, bu şemsiye..." Kaşlarımı çattım, ''Sizde kalabilir, istemiyorum.'' Dedim.

Onu iyice süzdüm, benim aksime kaşlarını şaşkınlıkla kaldırdı,

''Hayır...'' Dedi, gözlerimi devirdim, kolumu ondan yavaşça çekerek merdivenleri inmeye başladım, yağmur yağmaya başlamıştı bile.

Merdivenlerin bitiminde yağmur damlaları kazağıma damlamayı bırakmış, üzerime adeta siyah bir gölge düşmüştü.

Başımı kaldırdığım zaman arkaya baktım, yağmurda kendisi ıslanıyor ama şemsiyeyi bana tutuyordu. Arkamdan koşmuşçasına da derin nefesler alıp veriyordu.

''Islanıyorsunuz.'' Dedim...

''Umurumda sayılmaz.'' Diye cevap verdi.

''Neden?'' Sordum.

''Ruhu, suyun içinde kelepçelenmiş biri gibisiniz... En azından fiziksel olarak ıslanmanızı istemiyorum.'' Dedi.

''Siz farklı mısınız?'' Diye sorabildim yeterince çıkmayan sesimle.

Bir süre sessiz kaldı, sadece bir süre için, ardından merdivenden bir iki basamak indi ve kendi de şemsiyenin altına girerek karşımda bana bakarak durdu.

''Farklı bedenlerdeki, aynı kadere hapsolmuş ruhlardan ibaretiz,'' Gözleri yere bakıyordu.

''Bu gece sizinle yürüyebilir miyim?''

Renkli GxGHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin