VIII

417 36 6
                                    

Ertesi gün, kütüphanede yoktu. Saatlerimi kitap okumak için harcadığım ve aklımı cümlelerle doldurmak için gittiğim yerde, onu saatlerce bekler olmuştum.

Ve diğer gün...

Sonra ki gün de...

Ve o, bir daha gelmemişti...

Özlemekti bu sanırım.

Pekala, ihtiyaç mıydı? Yoksa ölüme itilmek mi? Belki de terk edilmektir. Bilmiyorum.

Onun ıslak, birbirine amansızca yapışmış koyu saçları zihnimde belirdi, aslında o, ant içmiş gibi zihnimde yaşamaya başlamıştı. Bir süredir ondan kurtulamıyordum.

Farklıydı diğer tüm insanlardan, yemin ederim, o çok... Özeldi. Ya da ben onun için çok düşünüyordum.

Yatağımda sırt üstü uzanıyordum. Tavana dikmiştim gözlerimi, hayal kurmaya başladığım yer; şimdi tüm varıyla, yoğuyla onu konuşuyor, fısıldaşıyor ve zihnimden hiçbir türlü gitmiyordu. İnsanlar kadar gürültülü zihnim, çığlık atma isteğimi uyandırıyordu.

Ona son kez bakışımın üzerinden tam olarak 2 ay geçmişti. Taksinin içerisine oturuşu ve bana camın arkasından bakışının üzerinden geçen koskoca 2 ay, sanırım çıldırmış olmalıydım.

Açık olmak gerekirse, bu 2 ay içerisinde hiçliğe sürüklendiğimi hissediyordum.

Ne aptalca ama...

Bir yandan dişlerimi sıkıp, diğer yandan saçlarımdan tutup onları sertçe çekiştirmeye başladım, onu düşünmek bana bir şey kazandırmayacaktı. Bunun farkındaydım ve artık onu düşünmek istemiyordum, beynimde bir insanın yeri olması benim için çok sinir bozucu ayrıca yersizdi.

Yatağımda, olduğum yerde hızlı bir şekilde doğruldum. Belki de parka gitmeliydim, çimlerin üzerine uzanmalıydım... Ocak ayında olmamıza karşın, hava beklediğimden daha iyiydi. Belki, sadece biraz bulutluydu. Fakat bu umurumda da sayılmazdı.

Kurtulmak istiyordum.

En azından hafta sonu tatilimi değerlendirmek için gayet iyiydi.

Kütüphaneye ise geçen 2 hafta içinde gitmeyi bırakmıştım. O kadar ki, insanlar onun suratını alıyor, kitaplar onun gibi kokuyor, sesler birbirine giriyordu. Annemi ise... Onu az da olsa endişelendirdiğimi hissediyordum.

Okul olmadığı sürece bir yere çıkmayıp odamda kalmam, biliyordum. Annem bunun için, daha doğrusu benim için üzülüyordu.

Sebebinin ne olduğunu, bana ne olduğunu, neden böyle davrandığımı açıkçası bilmiyordum. Sanki... Kendi yolumu kaybetmişim gibiydi, ne geri dönebiliyordum, ne de yoluma devam edebiliyordum.

Kaybolmuş, etrafıma öylece bakınıyordum.

Derin bir iç çektim, telefonumu aldım ve Nefes'in numarasını tuşladım. Üçüncü çalışta açmıştı.

''Aman Tanrım Gökyüzü, senin beni aradığına inanamıyorum, affet ilk çalışında şaşkınlıktan açamadım, ikincisinde de screenshot aldım, yine de hâlâ şaşkınım, annen falan mı arattırdı seni? Bu daha çok olası da.'' Gözlerimi devirdim, Nefes her zamanki gibiydi, fazla konuşkan.

Ona, ''Hayır, annem aratmadı.'' Diye cevap verdim.

''Aman Tanrım, aman Tanrım, o halde iyi ki screenshot almışım, o fotoğrafı, WhatsApp durumuma, Instagram hikayeme, Twitter hesabıma, Snapchat'e, Facebook hikayeme atıp yayımlamam gerek, Shazam'da fotoğraf atılmıyordu, değil mi ya... Tüh.'' Sonuna doğru sesi üzüntülü çıkmıştı. Başımı iki yana salladım, gerçekten...

Renkli GxGHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin