Bulutların taşıyamadığı sular ses çıkarıyordu gürültüyle.
Damlaların yere vuruşları, işte gürültülü bu ses, kalbimin sesine karışıyordu.
Bana bakıyordu, cevabımı bekliyordu.
''Buna hayır demeyeceğim...''
Yüzüne çok yakıştığını düşünmeden edemediğim bir tebessüm yerleştirdi.
Yanıma geçti usulca, ellerinde bulunan eldivenleriyle şemsiyeyi daha sıkı kavradı.
Ona bakmayarak yola odaklandım, sessizce sadece yürümeye başladım.
''Yağmuru sever misiniz?'' Diye sordu.
Keskin gürültü arasında duymuş olduğum o tatlı sesin sahibini bakışlarım buldu, o ise bana değil, yere bakıyordu.
''Bazen.'' Kaşlarını çattı.
''Bazen?'' Gözlerimi binalara çevirdim.
Ellerim titriyordu.
Melek biliyordu: ellerimin ayrıca ayaklarımın titrediğini, onun yanındayken, onların tutmadığını.
''Şu an hangi kitabı okuyorsunuz?'' Sessizce ve çekingen bir sesle sorduğu soruya karşılık cevap vermek adına kurumuş dudaklarımı yaladım.
''Uğultulu Tepeler.''
''Ah, Emily Brontë...'' Başımı onaylarcasına salladım. ''Tanrı'nın erken aldığı bir beden...''
Yeniden onu onaylayan bir şekilde başımı salladım, "Evet." Diye mırıldandım.
"Hangi yıllara dönmek isterdiniz?'"
Kaşlarımı çattım, ''1960 yıllar?'' Bir an için güldü, ''Affedersiniz, kendimi bir polis gibi hissettim.''
Tepki vermeden adımlarımı sadece biraz daha hızlandırdım, o bunu fark etmiş ve bana ayak uydurmaya çalışmıştı. İlerledikten sonra ona doğru döndüm.
''Buradan sonra ben evime gidebilirim, zaten fark ettiyseniz yağmur biraz da olsa dindi... Peki, siz kaybolmadan gidebilir misiniz?'' Diye sordum, çok uzun tutmuştum cümlemi, bu beni yine şaşırtmıştı.
Şaşkınlıkla gözlerini açtı. ''Ah, aslında...''
Etrafına göz gezdirdi, bakışlarından belliydi buraya yabancı olduğu. ''Pek sanmıyorum.'' Derin bir nefes verdim ardından yutkundum.
Bir araba dikkatsizce gelirken yerde birikmiş suları hızla yukarı doğru kaldırıyordu. O ise, yalnızca bana odaklandığından arabayı henüz fark etmemişti.
Onu tuttum ve önüne geçtim.
Arabanın kaldırdığı sular onun değil de, benim üstüme sıçramıştı, olanları şaşkınlıkla izleyip sadece bana odaklanmıştı, benim arabaya attığım yorgun bakışlarım; her şeyi yeterince açıklıyordu.
Sırılsıklam olmuştum.
''Özür, ah ben gerçekten... Özür dilerim...''
Şemsiyeyi yere düşürmüştü, bulutlardan parça parça düşen damlalar onun o ipeksi görünen saçlarında duruyor, bir de beni daha da ıslatıyordu.
Omuzlarımı düşürdüm, ''Sırılsıklam oldunuz... Hasta olacaksınız... Tanrım,'' O ise hala söyleniyordu.
''Sakin olun, sadece ıslandım. Evim yakın, üstümü değiştirme şansım var, fakat..."
Gözlerimi gözlerinden alamadım.
"Sen de yağmurdan dolayı ıslandın, üzerimizi değiştirmemiz gerekiyor.''
Kurduğum uzun cümleye karşılık derin bir nefes verdim, uzun konuşmalar beni yoruyordu ve hepsi birbirinden anlamsız gibiydi.
''Bana 'sen' ile hitap ettiniz...'' Ayaklarımın bağı çözülüyordu. Bunu cidden yapmış mıydım?
Yere bakındım, bir şey demeden ilerlese miydim? Bu yanlış mı olurdu?
Yüzümü buruşturarak, ''Affedersiniz.'' Dedim.
Bana heyecanla gülerek baktı, ''Sorun değil! Aslında... Ben sizinle arkadaş olmak istiyordum.''
Gözlerimi birkaç saniye kırpıştırdım.
Kalbim dayanılmaz bir hızla atıyordu, yalvarırım ki o bunu duymuyordur...
''Benimle mi?'' Diyerek hafif şaşırmış bir şekilde karşımda duran kıza baktım.
"Evet?'' Dedi sorarcasına daha sonra saçının bir tutamını kulağının arkasına sıkıştırdı, bana bakmıyordu, gözleri ayakkabılarındaydı.
''Uh,'' Gözlerimi kırpıştırdım, açıkçası arkadaş istemiyordum veya onunla arkadaş olmak istemiyordum.
Ama onu reddetmek de istemiyordum.
''Sadece, siz farklı duruyorsunuz, diğer insanlardan. Sanat olmaya layık bir sanatçı gibisiniz. Bu kurmuş olduğum cümle belki size saçma gelebilir -burada biraz güldü- ama ben sizin düşünce tarzınızı ve özellikle sizi merak ediyorum.
İnsanları merak etme gibi bir huyum yoktur... Fakat siz ilgimi çekiyorsunuz.''
Islanmış saçlarıma elim gittiğinde aklına yeni gelmişçesine ellerini kaldırdı.
''Ah, tamamen unutmuşum! Hasta olacaksınız!''
Gözleri... Fazla güzeldi. Bir insan için.
_____
''Ah, Gökyüzü, sen mi geldin tatlım?''
Kapıdan girerken annemin seslenişi kulaklarımızı doldurdu, çok geçmeden mutfaktan çıkmış sofaya gelmişti, yanımdaki kızı görünce ilk önce şaşırmıştı, ardından bakışları saçlarımıza, ıpıslak üstümüze kaymıştı.
''Sana şemsiye al...'' Sözünü kestim, "Bir şemsiyemiz vardı zaten." Elimde bulunan şemsiyeyi ona gösterdim.
''Pekala, yukarı çıkıp duş alın... Ben size kuru kıyafetler getireyim, olur mu?''
Derin bir nefes vererek başımı onaylarcasına salladım.
Annem içeri gittiğinde, bana dönerek mırıldandı, ''Gökyüzü?''
Gözlerinde bulunan o ifadeyi çözememiştim, ''Sonsuzsun...''
Başımı olumsuz anlamda sallayarak, ''Hayır,'' dedim.
''İlk önce sen yıkanmak ister misin...?'' Dudakları masumca yukarı doğru kıvrıldı,
''Okyanus.''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Renkli GxG
Teen Fiction[Tamamlandı] Tanrı; çocuklarını, benim onu sevdiğim kadar sevmiyordu. Kullanmış olduğum resimler ayrıca kapak fotoğrafı şahsıma ait değildir. 16.04.2017 13.06.2019