Çok küçükken tanıştım kötülükle,
bu babamın kalbime armağanıydı.
Benim babam neydi? Benim babam acizdi!
Annemi döverken çıkan o ses, kulaklarımı sağır ederdi.
Annemin canımı al Allah'ım diye yalvardığı o görüntü hafızamdan silinmezdi.
Kalbim mühürlenir, dudaklarım yemin orucu tutarmışçasına değmezdi birbirine.Aynı candan olduğumuz ailemiz, anneme iftira attı.
Atılan iftira zehirli sarmaşık gibi etrafımızı sardı.
Babam annemi kemerle dövdüğünde çaresizlik, minik bedenimi yok etmeye hazırlanırdı.
Adeta kırbaçlar vurulur, geçen zaman çentikle kalbimde yerini alırdı.
Gözyaşlarım kana karışana denk ağlardım.Annem beni fark etmişti ve oyun oynadıklarını ağlamamam gerektiğini söylemişti.
Ben oyun nedir bilmem annem, eziyeti bilirim.
Bu yaşadıklarımızın oyun olmayacak kadar gerçek ve bir o kadar da merhametsizlikten ibaret olduğunu bilirim."Anneme vuramazsın!" diyerek babama engel olmayı denedim.
Kemer çok küçük olan elimde patladı.
Tüm acı ellerimde toplandı.
Çığlıklarım bile acıma eş düşememişti o an.Küçük elimdeki büyük izi hayatım boyunca taşıyacağım. İnsanların dalga geçmesine maruz kalacak olsam bile geçmeyecek.
Bu da yetmezmiş gibi bizi sokağa attın.
Sen, baba... Kendi benliğimi kaybettirip beni derin uykuya yatırdın.
Gözümü açtığımda olduğum yerde değildim, olduğum gibi de değildim.
Bedenim ayrışıyordu hücrelerimden buna tanıklık ediyordum.
Sen, katilsin baba...
Duyguların mahkemesi olsa müebbet hapse çarptırılırdın.
En büyük şahit; içimde barındırdığım her şeye gülen, hayat dolu olan bir kız çocuğuydu.
-
Annem; pazarda iç çamaşırı satarak bana bakmaya, kanadından kan akarken geçimini sürdürmeye çalışıyordu.Başı önüne eğilirdi sesini çıkartamazdı; ''Ne kadar?" diye sorduklarında buruk bir tebessümle söylerdi.
''Aa, çok fazla. Al şunu anlaşalım." deyip, annemin eline parayı sıkıştırırlardı.
''Peki." derdi, "Peki."
Annemin ağzından çıkan bu kelime dudaklarından sessizce dökülür, derinlerimde bir yere dokunurdu.
Dolu dolu gözlerimde biriken su birikintisiyle pazar tezgahının üzerine çıkıp, başıma da bir don geçirip; ''Gel abla gel, en güzel donlar burada gel! Al ablam al, sonra üzülürsün vallaha." derdim.
Altı yaşındaydım ve bu işte yeni olmama rağmen işi kapmıştım.
Annem; "Kızım, sen karışma." dese de gördükleri karşısında şaşkınlığını gizleyemezdi. Satış yaptığımız tezgahın önü insan seliydi!
''Ay çok tatlısın." diye mıncıran teyzelerim, "Helal olsun sana kardeşim." diyen ağabeylerim ve cep telefonundan videoya alan ablalarım vardı...
Annemin gülüşü, kokusuz menekşelere koku verirdi.
Benim için tek mutluluk, annemin gülümsemesi!
-
Canım çok yandı, zaman geçince unutabileceğimi sandım.
Bazı zamanlar aklıma gelmiyordun, baba. Ya da ben aklıma gelme diye başka acılarla üstünü örtüyordum.
Bazı zamanlarda da açılıyordu o örtü; çırılçıplak, apaçık ortaya çıkıyordun, beyin hücrelerime kök salıyordun. Aklıma düşmediğin zamanların acısı böyle çıkıyordu.
Ben zamana bıraktım, zaman bana.
Yelkovan ve akrebin ucundan akıyor kan!
Gelgit zamanda tabloydum, anlamsızlığın içinde tüm anlamları barındırdığını bir ben bilirim.Haberin yok ama hayallerime günden güne yaklaşıyorum.
Burslu olarak konservatuarı kazandım. İnsanların sesi olacağım şarkılarımda. Senin nefretin bana güç verdi, kızın denizleri aşıyor dağlarda yüzüyor (!)
Sen ise bana sarılmayı, acizliğine sarılmaya tercih ettin.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ölüm Meleği ve Gül Güzeli
General FictionKaranlık bir caddede havaya sıkılan iki el ateş sesi, kalbime saplanan tarifi olmayan acı ve dudaklarımdan yere dökülen küflenmiş kan tadı, kulaklarımda çınlayan ne olduğu belirsiz haykırış sesleri... Rüya olamayacak kadar gerçek, gerçek olamayacak...