ŞÜPHE

264 151 21
                                    

Melih'in arkamda olmasıyla kekelemeye başladım. Hiçbir şey istediğim gibi sonuçlanmıyordu, elimde olmayan sebeplerden dolayı işler karışıyor ve de bu girdaptan kurtulmam oldukça zorlaşıyordu.

Melih'e durumu izah etmeye çalıştım fakat kurduğum cümlelerin başlangıcı ya da sonu yoktu, kelimelerin gücü bile böyle bir durumda heybetini kaybetmişti, zayıf bedenime uyum sağlıyordu.

Titreyen ellerim ve titreyen sesimle karşısındaydım...

"Melih..." dedim.
"Senin sandığın gibi bir durum yok!" diye de ekledim.

Onun sessizliği, beni içimde oluşan boşluğa daha çok itiyordu.
Kimsesizliğim, çaresizliğin getirdiği karanlıkla boğuşuyordu.
Beynimin içinden gelen haykırışlar, kalbimde kopan kıyametle uzlaşıyordu.

"Bu benim suçum değil, duydun mu beni? Bu konuda hatalı olan ben değilim!"

Melih üzerime doğru yürüdükçe geriye doğru adımlar atıyordum, adım atacağım bir yer kalmayınca olduğum yerde hiçbir şey demeden durdum.

Ağzından çıkacak olan kelimeyi gözyaşlarımla birlikte bekliyordum.

Gözünün içine birkaç saniyeliğine baktığımda ateşiyle bedenim yandı.
Kanlanan gözleri ölümün habercisiydi.
Kalbi kendinden daha da esmerdi!

"Bu yaşadıkların seni ürkütmüş." dedi.

Beklemede olan gözyaşlarım, ses tonunu duymamla süzülmeye başladı.

"Anladım ki her şey anlamsız." diye de ekledi.

Gördükleri karşısında onu pişman etmiştim;
beni her şeyden koruyan ve herkese karşı sahip çıkan adama yersiz düşüncelerimle haksızlık ettim, bu ilişkide hep kendimi düşünerek, onun duygularını göz ardı ettim.
Daha fazla canım yanmasın derken, bencilleştim!

"Benim için anlamlı olan sadece sensin."

"Ne desen haklısın ama... Ne, ne dedin?"

Kulaklarıma inanamıyordum, her şeye rağmen bana kucak mı açıyordu?

"Bir daha tekrarlamam." demesiyle, boynuna atladım ve uzun zamandır ona hasret kalmışım gibi sımsıkı sarıldım. Yanaklarına naif öpücükler kondurdum, defalarca öptüm, doyamadım.

Melih Görgün de bana sarıldı.
Bir serçeye sarılıyor gibiydi.
Ellerini çok sıksa, öleceğim.
Hafif bıraksa, kaçıp gideceğim.
Bunun bilinciyle sarılıyordu.
Sevgisini ve şefkatini hissediyordum.

Zoraki Melih'ten ayrılırken, açık olan pencereyi kapatmak için elini uzattı fakat bir süre boyunca dışarıyı ağır gözlerle inceledi.

Pencereyi kapattı ve bana doğru döndü.

Siniri ve öfkesi gözlerine yeniden müptela olmuştu fakat Melih onu kısa bir sürede gizledi ve bana şu soruyu sordu; "Çok bunaldığın için soğuk havanın sana iyi geleceğini düşündün, değil mi? O sebepten dolayı bu saatte camın önündeydin."

"Evet... Çok bunaldım ve soğuk hava bana iyi gelir diye düşündüm. Şey, saate de bakmadım. Yani, uyku da tutmadı. O yüzden... Hani, iyi gelir diye düşündüm."

Hakan'ın bizi takip etmesinden haberi yoktu anlaşılan. Kendi kendimi galeyana getirmiştim.

Melih'e bu durumdan bahsedemedim...
Vereceği tepkiden korkuyordum.
Kuracağı cümlelerin kalbimi kırmasını istemiyordum.

Bu olayın üzerini kapatıyor olmak beni hiçbir şekilde memnun etmese de en azından canım da yanmıyordu.

Melih; "İyi geldi mi?" diye sordu.

Panikle; "Kim?" diye sordum.

Sustu, hiçbir şekilde cevap vermedi.
Gözlerini gözlerime kenetledi.

O sustuğunda kendimi yapayalnız hissedeceğimi ve bana cevap vermesi için konuşacağımın bilincindeydi.
İçten bir nefes aldım ve sessizce cevap vermesini bekledim.

Melih konuşana kadar bir şey demediğim için dudaklarını araladı ve konuşmaya başladı.

"Soğuk.''

"Evet çok soğuk."

"Derin!" diyerek, sesini yükseltmesiyle irkildim.

Titreyen sesimle; "Efendim?" dedim.

"Kurduğum cümlelerle bağlantın yok!"

"Melih... Uyuyalım mı?"

"Söylediklerimin üzerini örtmekten vazgeç!"

Bu cümleyi duymamla; "Ne gördün?" diye sordum.

"Aynı şekilde devam ediyorsun."

"Melih..."

"Benden bir şey gizliyor gibisin."

Son kurduğu cümleyle rahatlamıştım.
"Benden bir şey gizliyor gibisin." cümlesi, Hakan'ı görmediğini onaylıyor demek.
Panikle kurduğum cümleler onun şüphelenmesine sebep olmuştu sadece.

Ellerimi, Melih'in kalbinin üzerine koydum ve; "Hayır." dedim.
"Yorgunluktan ne dediğimi bilmiyorum." diye de ekledim.

Cevap vermeyince kafamı göğsüne dayadım ve; "Uyumak istiyorum... Sana sarılıp, kokunla huzur bulup, varlığını kalbimin en ince derinliklerinde hissetmek istiyorum." dedim.

Hiç düşünmeden elimden tuttu ve kanepeye doğru uzandı. Belimden kavradı; beni kendisine yaklaştırdı, göğsüne yatırdı, naif öpücükler kondurdu, parmağımın üzerinde olan izi yavaşça okşadı.

Bana karşı olan şefkati kalbime huzuru aşılıyordu fakat onda uyandırdığım şüpheyi yok etmeye çalıştıkça daha da arttığını biliyordum.
-
Cama vuran güneşle gözlerim kamaştı.
Huysuzca homurdandım ve istemeden de olsa gözlerimi araladım.
Melih'i yanımda görünce hevesle gözlerimin tamamını açtım.
Elini yumruk yapıp yanağına götürmüştü ve sessizce beni izliyordu.
Dağınık saçlarıyla ve mahmur gözleriyle içimi eritiyordu.
Kusursuz. Tek kelimeyle, kusursuz.

Birden utandım ve kafamı boynuna gömdüm.
Bu tavırlarımdan memnun olsa gerek çenemi kavrayıp yukarıya doğru kaldırdı ve göz göze geldik. Heyecanla tekrar kafamı boynuna gömdüm. Melih yeniden çenemi kavrayıp, kaldırmaya yeltenince, gülmeye başladım.

Tek başıma gülmek garip hissetmeme sebep olmuştu.

"Sen de içinden gülüyorsun gördüm."

Kurduğum cümlenin anlamsızlığının farkına vardım ve; "Saçmaladım yine kusura bakma." dedim.

Kafamı boynundan hafifçe kaldırınca dudaklarının çok hafif kıvrıldığını gördüm.
Bunu görmemle hızlıca kafamı hemen kaldırdım ve suratına doğru şaşkınca baktım.

Ben bakana kadar çoktan yüzü kaskatı olmuştu ve hissizliğiyle uyum sağlıyordu.

Gözlerimin kilitlendiği ve nefesimin ağır ve yavaşça karışmak üzere olduğu dudaklarından,
telefonumun çalmasıyla sıyrıldım ve kendimi toparlamaya çalıştım.

Telefonumu elime aldım.
Arayan kişi Arzum'du!

Ölüm Meleği ve Gül Güzeli Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin