İki Hayat 17. Bölüm "Parçalar"

76 8 0
                                    

Bayram tatili dolyısıyla bir hafta geç kaldım. Umarım bana kızmamışsınızdır. Biraz kısa oldu farkındayım. Ama böyle olması gerekiyordu. Bu akşam biraz hüzünlüyüm çünkü resmen finale kadar kurgu tamamlandı sadece yazmak kaldı. Bir kaç bölüm sonra final var. Şimdiden haber vereyim. Bu yolculukta bana destek olan herkese teşekkür ederim. Son bölümlerin tadını çıkarın. Multimedyada Brenda var. :*

Robert Bella’nın cansız bedenini Brenda’ya verdikten sonra saatlerce kulübeden çıkmadı. Onu yine kaybetmişti. Üçüncü defa. Artık o yoktu ve önünde uzun bir hayat vardı. Kendini öldürebilirdi ama bu hiçbir şeyi değiştirmezdi. Çünkü  sadece acı çekerdi. Asla ölemezdi. Zamanı geldiğinde yapayalnız ölmek zorundaydı. Bazen hata yaptığını düşünüyordu. Bu uzun ve acı veren bir yoldu. Sonunda mutlu olabilirlerdi ama bunun garantisi yoktu. Sonu görünmeyen karanlık bir yola girmişlerdi.

***

17. Sefer

Brenda Isabella’nın küllerinin yanında yatıyordu. Yine bir gelişme olmamıştı. Bir insanın ruhunun parçalanması için ne kadar gerekirdi acaba? Asırlar... Asırlar…

Brenda ve Zack’in her defasında toparlanmaları daha da uzun sürüyordu. Gittikçe daha da güçsüzleşiyorlardı. Her sefer daha da acı verici oluyordu.

Brenda Zack’in onun acısını almasına başta çok kızmıştı ama şuan buna tek başına dayanamayacağını anlamıştı. Zack olmasaydı belki bu kehaneti gerçekleştirecek gücü bulamazdı kendinde. Ama yine de her şeyin bir an önce bitmesini istiyordu.

Yanında uzanmış Zack’in göğüs kaslarından süzülen teri izledi. Gözleri kapalıydı ve kirpikleri kabus görüyormuş gibi titriyordu. Brenda ona ne kadar teşekkür etse azdı. Onun yaptığını kimse yapmazdı.

-Uyanmışsın, dedi Zack gözlerini aralayarak.

-Çok olmadı. Nasılsın?

-Sersem gibiyim, dedi Zack gözlerini tekrar kapatarak. Brenda elindeki bezle Zack’in nemlenmiş vücudunu kuruladı.

-Yapma Bren. Bu hiçbir şeyi kolaylaştırmıyor.

-Seni sevmeyi isterdim Zack. Gerçekten. O zaman her şey daha güzel olabilirdi.

-Bende beni sevmeni isterdim Brenda. Ama olmuyorsa da seni zorlayamam. Zack bir koluyla Brenda’yı kendine çekti.

Brenda onun göğsüne kafasını koyduğunda biraz rahatlamaya çalıştı. Bu sefer de atlatmışlardı. Daha önlerinde uzun bir yolculuk vardı ama şimdilik anın tadını çıkarabilirlerdi.

***

-Bell. Koşma. Düşeceksin.

-Brenda teyze. Bak sana dağ çiçeklerinden buket yaptım.

Bell iri iri açtığı gözleriyle elindeki buketi Brenda’ya uzattı.

-Bunlar çok harika tatlım. Brenda buketi eline alıp yürümeye devam etti.

-Artık eve gitsek mi Bell? Annen bizi merak etmiştir.

-Biraz daha Brenda teyze. Burası çok güzel. Hava mis gibi kokuyor ve ben ilk defa kendimi bu kadar huzurlu hissediyorum. Sanki kuş gibi hafifim.

Brenda şen bir kahkaha atıp ‘Sen zaten kuş gibi hafifsin Bell.’ Dedi.

Yavaş yavaş eve doğru yürümeye başladılar.

-Akşam rüya gördüğünden bahsetti annem Bell.

-Evet. Bir kadın bana sesleniyordu rüyamda. Ama ben birine benzettim ama çıkaramadım. Sanki çok tanıdık biriydi. Yardım istiyordu. Ama sonra alev aldı. Zaten ardından da annem beni uyandırdı çığlık atıyormuşum.

-Bu rüyaları ne zamandır görüyorsun tatlım?

-Yeni aslında. Son üç aydır yedi kere filan gördüm. Ama başta bu kadar gerçekçi değildi. İlk defa dün akşam bağırmışım.

-Rüyan hep aynı mıydı peki?

-Başta kısa kısa yüzler görüyordum. Bir adam gördüm. Gençti aslında ama sonra hep o tanıdık kadını görüp durdum.

-Hoş geldiniz bayanlar.

Bell annesinin yanına koşarken Brenda da eve girdi.

-Zack? ZACK?

-Sorun ne? Bir şey mi oldu? Zack oturduğu kanepeden kalkıp yanıma geldi.

-Bell dün gece rüya görmüş.

-Çocuklar zaten rüya görür Brenda. Büyütülecek bir şey değil.

-Hayır öyle değil. Bir kadın sesleniyormuş yardım istiyormuş sonra alev alıyormuş. Bence bunlar bir işaret. Az kaldığının işareti.

-Ben de bütün gün Robert’ı izledim. Sanki artık bir şeyleri unutmaya başlamış gibiydi. Eksilmeye başlamış gibi. Yere attığım Isabella’nın fotoğrafını tanımadı mesela.

-Az kaldı. Geçecek bunların hepsi.

Brenda uzun zamandır ilk defa rahatlamış gibi kahkaha attı.

***

-Hadi Robert gel buraya.

Robert tökezleye tökezleye dağın zirvesine ulaştı. Burası onlar için özel bir yer olmuştu artık. Herkesten uzak, sessiz sakin huzurlu bir yerdi burası.

-Artık buraya çıkarken çok yoruluyorum.

-Yaşlanmış gibi konuşma Robert.

İkisi de çimlere yayılırken kahkahalarla gülüyorlardı. Birbirlerinden başka arkadaşları yoktu. İstemiyorlardı da zaten. Onlar birbirlerine yetiyordu. Aralarında gizli saklı hiçbir şey yoktu. Onlar birer dost, birer sırdaştı.

-Burayı seviyorum, dedi Robert.

-Bende seviyorum. Burası huzur dolu.

Robert uzandıkları çimden kalkınca Bel’de doğruldu.

-Beni huzurlu kılan sensin Bel. Senin olduğun her yer benim için huzur verici.

Robert uzanıp Bel’in saçını kulağının arkasına sıkıştırdı ve onu kendine çekti. Bel çimenlere uzanırken hareketleriyle birbirlerini tamamlıyorlardı…

Robert bir süre sonra Bel’in ona karşılık vermediğini hissetti. Kalbi durmuştu. Gözünden akan yaş Bel’in kalbinin üzerine düşerken içinden nefreti, acıyı söküp atarcasına bağırdı. Çığlıkları dağın zirvesinde yankılanırken biraz olsun rahatladığını hissetmiyordu.

***

-Brenda Robert’da artık rüya görmeye başladı. Neredeyse o da hatırlamıyor hiçbir şeyi. Arada bir hatırlıyor gibi oluyor ama kafası çok karışık bunu anlayabiliyorum. Parçalar yavaş yavaş kayboluyor.

-Daha karşılaşmadılar değil mi?

-Hayır daha birbirlerini tanımıyorlar.

-Aynı okuldalar değil mi?

-Evet aynı okuldalar. Evde durumlar nasıl?

-Sürtük abla olmaya devam ediyorum.

Brenda şen bir kahkaha attı.

-Yarın okulda karşılaşmalarını sağla Zack. Olsun bitsin ne olacaksa. Artık sabredemiyorum. Kaç asır geçti üzerinden ve hiçbir fark yok.

-Yarın karşılaşmalarını sağlayacağım merak etme.

İki HayatHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin