"Hala anlamıyorsun değil mi?"
Ortam gizemli olsun diye rol yaptığım filan yoktu. Gerçekten anlamıyordum.
"Neyi?"
"Jennie'yle sana benzediği için çıktığını."
Parçalar yapboz parçaları gibi teker teker zihnimdeki yerlerini alırken neler olduğunu anlamaya başlamıştım. Jennie'ye söylemek isteyip söyleyemediği şey bu olmalıydı. Bunun konusunu o üzülmesin diye hiç açmadığımdan bilmiyordum. Her ne kadar Jennie'yi gerçekten sevmese de onun duygularını incitmek istememiş olmalıydı.
"Yani, sana Min Hee kadar benzediğini inkar edemezsin."
Yaşlı gözlerime peçeteyi son bir kez bastırdıktan sonra birden ayaklanınca Jimin şaşırmıştı. Bir an önce eve gidip tavana bakarak olanları düşünmeye ihtiyacım vardı.
"B-ben gitsem iyi olur."
"Tamam. Seni eve bırakayım."
***
Yağmur damlalarının araba camına vururken çıkardığı sesler eşliğinde Bad Reputation dinleyerek konuştuklarımızı düşündüğüm bir araba yolculuğundan sonra yatağıma uzandığım an uyuyakalmış olmalıydım.
Güneş ışığı aralanmış perdelerimin arasından yüzüme vurduğunda gözlerimi kırpıştırarak açtım. Bir dakika güneş ışığı mı? Odam neden karanlık değildi?! Telaşla komodindeki telefonumu elime aldım ve saate baktım.
10.32
Lanet olsun.
Bir yandan elimi çabuk tutmaya çalışarak okul eteğimden bacağımı geçirirken bir yandan da hiçbir suçu olmayan zavallı telefonuma söyleniyordum.
"Alarmı duymamış olmam imkansız. Kesin çalmadı yine."
***
"Buraya bir yatak atsam iyi olacak. Sonuçta artık odam gibi oldu."
Kafamı kitap rafına koyarak önümde damgalanması gereken onlarca kitaba acıklı bir bakış attım.
"İyi fikir. Belki ben de uğrarım arada."
Duyduğum sesle kafamı ani bir şekilde kaldırmak hataydı. Jungkook yüzünden başımı arkamdaki merdivene çarpmıştım ve şimdi sızlıyordu. Sinirli bakışlarımı ona çevirdiğimde hızlıca yanıma adımladı ve elini kafamın arkasına koydu.
"Özür dilerim, korkutmak istememiştim. İyi misin?"
"Çek ellerini! Yanımdan uzaklaşınca bu sefer kendi elime kafamı koydum. Hayır yani, normalde de şanssız bir insandım ama bugün üzerimde fazladan bir sakarlık vardı sanki.
"Hepsi senin yüzünden. Bakma öyle de git buz getir!" Onun yüzünden canım acıyordu. Bir buz da mı istemeyecektim yani?
"Tamam, burada bekle." Çabucak kütüphanenin büyük kapısından çıkıp odayı terkettiğinde arkasından söylenmekle meşguldüm.
"Salak zaten cezalıyım. İstesem de bir yere gidemem."
***
Elinde buz dolu bir poşetle çıkageldiğinde kafam eskisi kadar acımıyordu. Elimi öne doğru uzatarak buzları almak için hamle yapacağım sırada benden hızlı davranarak kolunu geriye doğru çekti ve ağrıyan yerin üzerine koydu.
"Hiç değişmemişsin. Hala küçük, sakar bir civcivsin."
Kes şunu Mi. Pis sırıtışına bakma. Seni sinirlendirmeye çalışıyor.
"Bana öyle deme. Ayrıca ben sakar filan değilim, senin yüzümden oldu."
Ben konuşurken dudaklarıma bakıyordu ve sanki konuştuklarımı duymuyordu. Artık ona karşı hiçbir şey hissetmiyordum belki ama koyu renk gözlerine kitlenmiş gibi bakmaktan kendimi alıkoyamıyordum. O gözler çok şey anlatıyordu. Aynı anda birçok duygu barındırıyorlardı. Hatta sadece bir anlığına pişmanlık yansımaları gördüğümü sanmıştım.
Gözlerinin içine baktığımı fark edince gözlerimi dudaklarımdan gözlerime çıkardı. Bir süre öylece birbirimize baktık. Aslına bakarsanız benim konuşmama nedenim söyleyecek bir şeyimin olmamasıydı. Ne ondan nefret etmeye ne de ona hakaret etmeye mecalim kalmıştı artık. Haklılardı. Acıtmıştı ama zaman her şeyin ilacıydı.
Ona bakmaktan gözlerini kapatarak üzerime eğilmiş olduğunu fark edememiştim. Yine aynı şeyi yaşıyordum. Felç olmuş gibi hareket edemiyordum. Belki de ona karşı duygularım olmadığını söylerken kendimi kandırıyordum. Belki de kendimi ikna etmey-
Taehyung.
Dudaklarımızın arasındaki milimetreler saniyelerle ters orantılı olarak kapanırken onu hatırladım. Yalnız çocuk. Bunu ona yapamazdım. Ben onu seviyordum. Gerçekten seviyordum. Jungkook'un sıcak nefesi suratımı yakarken kafamı sağa çevirdim. Yumuşak dudaklarını yanağımda hissettiğimde göğsünden var gücümle ittirdim.
"Bir daha... Sakın bana yaklaşma."
***
"Taehyung!"
Erkekler tuvaletinin önündeki koridorda onu bulduğum için neredeyse yerimde zıplayacaktım. Kütüphaneden çıktığımdan beri onu tüm okulda aramıştım. Ceza falan umrumda değildi. Oan tek düşündüğüm Taehyung'tu.
Seslenişimi duymadığında sesimi yükselterek tekrar bağırdım.
"Taehyung!" Adımlarını hızlandırıyordu.
"Taeh-"
Birden arkasını dönüp bileklerimden sıkıca kavradığında yüzünü görmeye fırsatım olmamıştı. Tutuşunda bir gariplik vardı. Beni peşinden sürüklemek istiyor fakat canımın yanmasını da istemiyor gibiydi.
Malzeme odasına girdiğimizde hala ne olduğunu sorgulayan bakışlarımı etrafta gezdiriyordum. Acaba sarhoşken Jimin'in anlattığı şeyleri mi hatırlamıştı?
Bakışlarım yüzünü bulduğunda olduğum yerde kalakaldım. Bu benim tanıdığım Tae olamazdı. Çocuksu bir ışıltıyla parlayan kahverengi gözleri ağlamaktan kıpkırmızı olmuştu ve boş bakıyordu. Yüzünden kan çekilmiş gibi bembeyazdı ve dikdörtgen dudakları ifadesini sabit tutmak için kıvranıyordu. elimi yüzüne çıkaracağım sırada geri çekildi.
"Bunu bana neden yapıyorsun?" Konuşurken dudakları seğirmişti. Ağlayacak gibiydi aam buna bile hali kalmamış görünüyordu. Onu böyle görmeye dayanamıyordum.
"N-neyi yapıyorum? Taehyung neler oluyor?"
"Beni önemsiyormuş gibi davranma!" O neyden bahsediyordu? Onu bu halde görünce bile karnıma kendi eliyle yerleştirdiği kelebeklerin öldüğünü bilmiyor muydu?
"Ne dediğini anlamıyorum."
"Belki de sevgiline sormalısın. O benden daha iyi bilir!" Yoksa o... Ah, lanet olsun.
"Aish, her şeyi yanlış anlamışsın."
"Yanlış anladığım tek şey duygularınmış. Biliyor musun asıl canımı yakan ne? Bunu yapacak son kişinin sen olduğunu sanmıştım."
"B-ben sandığın gibi bir şey yapmadım. Açıklamama izin ver!"
"Nefesini harcama. Sesini duymak istemiyorum."
💜
-rosie.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
cloudless night~{KTH}
FanfictionBu zamana kadar aşık olmanın benim için dünyanın en kolay şeyi olduğunu düşünürdüm. Ta ki bir şeyi fark edene kadar. Ben daha önce hiç aşık olmamıştım.