Bu gün üçüncü gün. Enerjiler biraz daha yükseliyor. Neden mi? Merkeze iniyoruz. Sonunda biraz tatil moduna giriyor gibi hissetmiştim ama B'yi bir daha göremeyeceğimi hatırlayınca - tıpkı seninle olduğu şekilde- tekrar eski bunalımlı ruh halime bürünüyordum. Küçük odaya girip getirdiğim kıyafetlerimi etrafa fazla saçmadan seçip giydikten sonra babamdan rica ederek bir kaç fotoğraf çektirdim ona. O an için her şey iyiydi çünkü sosyal medya için çekilen fotoğraflardı. Kulaklıklarımı taktım ve güneş gözküklerimle arabaya oturmuştum bile. Hepimiz kahvaltı yapacaktık. Bildiğin veya tahmin edebileceğin gibi yanımdaki yaşını almış kişiler çorba içmek istiyorlardı. Şansıma çorbacı kapalıydı ve börekçiye gitmek zorunda kaldık. Gerçekten iyi bir kahvaltı yaptıktan sonra beş, altı saat kadar sürecek ufak işlerini halletti amcam. Saatlerce ben ve babam arabada oturduktan sonra işi bitmişti amcamın. Aynı zamanda bizim de sıcağa tahammülümüz bitmişti. Biten tek iki şey onlar da değil, soğuk sularımız ve midemizdeki börekler de yitip gitmişti. Bu yüzden et yemeye karar vermiştik. B ilr et yemeyi çok seviyoruz. Sen de seviyor muydun? Sanırım bilemeyeceğim. Kafanı "Evet, bilemeyeceksin." anlamında salladığını görür gibiyim. Restoranda tanıdık çalışan olduğu için siparişimizi daha arabayı çalıştırmadan vermiştik. Ağaçlar ve gökyüzü, harikaydılar A. Orada müzik dinleyerek güneşin tüm gücüyle aydınlattığı yer yüzünde hayal kurmak harikaydı. Seni hayal edemedim, üzgünüm. Ama o, sen değil.
Binalar sıkıcı ve renksizdi, yinede güneş, gökyüzü, yeşillikler ve kokusu hayallerle birlikte insanın gönlünü ayrıca aklınıda renklendirmeye yetiyordu. Restorana girdiğimiz zaman tanıdık arkadaşımız bizi arka taraftaki bahçesine, beyaz örtülü, köşedeki bir masaya oturtmuşlardı. İnsanın yeme şevkini daha çok açıyordu burası. Etimiz geldiği zaman tatlı bir sohbetle yemeye başlamıştık. Amcam halletikleri işleri anlatıyor, bir yandanda dönüş bileti alıyordu. Bu sırada babama hızlıca döndüm gülümseyerek.
"Ben de gideyim mi?" diye sordum.
"Hayır" dedi serte yakın bir ses tonuyla. Ben de kaldığım yerden iştahla yemeye devam ettim ama içten içe gitmeyi çok istiyordum. Babama tekrar sorduğum zaman
"Tamam, eğer maaşından beş yüz lira verirsen gitmene izin vereceğim." dedi.
Beş yüz benim için çok fazlaydı fakat ne olur ne olmaz diye yanımda getirdiğim parayı gözümden çıkartmıştım.
"Beş yüz olmaz ama iki yüze kabulüm." dedim.
O ise beş yüzde ısrarcıydı çünkü yol boyunca kullandığımız harcama anca o kadardı. Aramızdaki bu ticari konuşmanın bir faydası dokunmayınca ısrar etmeyi tabii ki bırakmasamda amcam gidene kadar azaltmıştım. Çünkü akşam eve gelip babamla baş başa kaldığımız zaman benim mutluluğum, keyfim için didinen o yılların yorduğu yaşlı adamı gördüm birlikte konuşurken. Ona bu haksızlığı yapamazdım. Ben de bundan tamamen vazgeçtim. Bu arada, deniz üçüncü günündede aynı soğukluktaydı, maalesef.