Sevgili Sen
İzin verirsen sana bir hikaye anlatmak istiyorum. Bu hikaye hayatım boyunca bana ilham olmuş iki insanın öyküsü. Beni her gördüğüm zaman büyüleyen bir sevginin başlangıcı ve bitişi. Hikayenin zamanını belirtemeyeceğim çünkü bilmiyorum ve ayrıca o sürede yoktum.
İstanbul'un sakin ve gelişmemiş bir ilçesinde oturan iki çocuk vardı. Bunlardan birisi dayım diğeri ise yengemdi. Dayımın sinek öldürme ilacını keşfettiği zamanlardı. Yaşı ondan fazla değildi aynı zamanda yengemin de. İlk baharın sonları, yazın başlangıcında -Coğrafya dersinden hatırladığım kadarı ile 21 Haziran- insanı bunaltan bir sıcakta karşılaşmışlardı. Dayım elindeki sinek ilacı ile eve dönerken yan evlerindeki bahçede kafasında sinekler uçaşan yengemi görmüştü. Yengem bir yandan çığlıklar atıyor, bir yandanda sineklerden kaçmaya çalışıyordu. Bunu gören dayım göğsünü kabartarak elindeki zehir ile yengemin yanına gidip tüm gücüyle şişeyi kafasına bastırarak uçan sinekleri öldürmüş fakat ne yazık ki o gün yengeme yaranamamış. Çünkü tüm ilaç onun saçlarınada gelmiş ve çıglıkları artmış. Dayım ise koşarak evine girmiş. Sonrasında ise yengem dayımı her gördüğü zaman sevginin ve çocukluğun verdiği en masum tebessümü etmiş. Daha sonrasında büyüyorlar ve işler zorlaşıyor. Yengemin ailesi dayım ile görüşmelerini istemiyorlar ve on beş yaşında evden kaçıyor. Bu sırada dayım askere gidip 2 yıl bekliyorlar. Sevgileri, aşkları insanların yargılayıcı sözlerine rağmen bitmiyor, pes etmiyorlar. Dayım kız kaçırdı iftirası ile hapise gidiyor ve bir hafta kalıyor. En uzun bir haftasını burda geçirmişti. Ama asla pes etmiyorlar. Bu yüzden sana anlattığım döngüyü oluşturuyorlar ve çocukları doğuyor. Doğum gününü bile hatırlıyorum. Gerçekten güneşin tüm gücünü hissetmiştim o gün. Parlak ama soğuk bir gündü ve hatırladığım tek şey odaya girdiğim andı. Parasızlık ve insanların onları alt sınıfta olarak görmesiyle boğuşmaya başlamışlardı. Belki paraları yoktu ama mutlu ve huzurluydular. Aldıkları dvd filmleri izlerken dayımın filmlerin gazına gelip çocukları ile boğuşurken, dayımın komik rollerine gülerken gördüğün zaman huzura bakıyordun ve sorguluyordun ''Acaba para insanların kendileri için yarattığı bir cehennem ızdırabı olabilir mi?''. O huzur dolu film sahnesi gibi olan eve baktıktan sonra iğrenç kağıt parçasının yokluğu ile bir anda başka bir tabloya maruz kalabiliyordun. Sinek ilacı ile başlayan bir hikaye insanlığın kendisi yüzünden bitiyor. Verdikleri tüm mücadelelere rağmen boşanıyorlar. Sebep? Çünkü dayımı insanoğlunun iğrenç arzuları onu ele geçirdi.
Bu hikayeden sonra ''Umudunu mu kaynettin?'' diye soracak olursan ''Hayır.'' derdim. Sadece bir şey daha anladım. İnsanın hem aklı hemde duyguları ile -yeri geldiğinde akıl öne geçmeli- hareket etmesi gerektiğini. Eskiden sadece mantıklı olanı yapar, tamamen aklımı dinlerdim. Sonuç? Günah işledim ve sağlığım için korkuyorum. Şimdi ise aklın ve duygunun savaşmadığı birlikte hareket ettiği bir yolu seçtim ve dinlediğim şarkıdan bir sözü daha anladım.
''Öğrendim ki aşk bir ev inşa edebileceğin bir tuğla ya da ölü bir bedeni batırabilirsin.''