Sevgili Sen
Aşk. Bazı meşhur bilim insanları, edebiyatçılar, kısacası tarihte kendini bilim ve sanat dallarında kanıtlamış kişiler aşkın hastalık olduğunu düşünmüş. Bunu internette dolaşırken ikimizinde takip ettiği hatta senden gördüğüm bir sayfada görmüştüm. Aşk nasıl hastalık olabilir ki? Eğer aşk hastalık olsaydı o hastalığın tedavesinin bulmaması için çabalardım. Aşk insanlığın temelidir. Aşk iki kişinin birbirine beslediği duygulardan ve yaptıkları şeylerden daha fazlası benim için. ''Aşk hastalıktır.'' cümlesini kurmaya cürret eden kişiler aşıktır. En basit örnek ile o kurdukları cümleye aşıklar. Çünkü bu cümleleri kurabilmek için bir çok şey yaşadılar ve yaşadıkları tüm zorlukları o kelimeleri söylemek için değer kıldılar. Yaptıkları başyapıtlara, araştırmalarına aşıklar. Eğer olmasalardı, uğruna asılacak kafaları olmazdı ya da zehirlendirelecek bir kalpleri. Tıpkı benim gibi. Eğer sana, doğaya aşık olmasaydım benden geriye ne kalırdı?
Sana bu satırları yazarken fırtına kopuyor. Hayır, klişe bir aşık gibi ''İçimde.'' demeyeceğim ya da ''Kalbimde.''. Gerçekten dışarda fırtına var. Şu an durulmuş olsada sana gelmeden beş dakika önce kıyamet kopuyor gibiydi. Şimşek çakıyor, gök gürlüyordu ve sanki Dünya duş almak için tazyikli suyu açıp telefonu -benim deyimim ile mikrofonu- koyabildiği en yüksek yere koymuştu. Yağmurun yağdığını -fazla yağdığını- anlatmak için ''Bardaktan boşalırcasına.'' demek bana hep saçma gelmiştir. Yağmur bir anda gökten yere dökülmez ki. Ayrıca bardaktan suyun akması için bardağı düşürmek ya da bilerek aşağı doğru tutmamız lazım. Yağmur gökyüzünden yeryüzüne uzun çizgi olarak düşer, kalıp olarak değil.
İşte tam o fırtına anında dışarıdaydım. Yatağımda uzanırken sesleri duydum ve o an üzerime geçirdiğim ilk kapşonlu ile dışarı çıktım. Sanki deniz ayağıma gelmişti. Tüm o kargaşadan korkan insanların çığlıklarını duydum. Kimisi bağrıyor, kimisi kaçıyor, kimisi akan suları gidere doğru çekiyordu. Ama tüm o kargaşa içerisinde sadece tek bir kişi küçük bir meydanda duruyordu. Tek başınaydı. Kah gökyüzüne bakıyor kah sevinç naraları atıyordu. Dışarıdan bakıldığı zaman tanrının öfkesiyle alay ediyormuş gibi gözüksede onu seviyordu. O kişi bendim sevgilim.
Elimden geldiği kadarıyla tanrının verdiği güzelliklerin tadını çıkarmaya çalışıyordum. Her şey güzelken biz nasıl göremiyoruz? Filmlerdeki gibi hissetmiştim kendimi. Doğayla, sevgiyle iç içe ve sonunda mutluluk olan bir yol. Doğayla, sevgiyle iç içe. Sadece daha yalnızdım. Eğer sen olsaydın tamamlanırdı. Seninle görmek isterdim tüm o güzel şeyleri. Ama hala görmen için, senin için bir şans daha var. Ayağa kalk ve aynaya bak. Emin ol çok şey kazanmış olursun.
Kendin haricinde hayal edecek olursam, köydeyiz. Köydeki evimiz iki katlı. Üst katını seninle paylaşmak hayatımdaki en güzel şey olurdu. Çünkü seninle her şey daha renkli. Daha yoğun. Sana üst katı, seninle geçirmek isyediğim yeri anlatmak istiyorum.
Merdivenlerden çıkınca hemen sağ tarafında bir balkon var. Sol tarafta ise yan yana iki oda var. Bunlardan birisi mutfakmış, daha yeni öğrendim. Merdivenin tam karşısında oturma odası var. Oturma odası ile banyonun yanındaki odanın ortak bir balkonu var. O balkonun manzarası pek iyi olmasa da sağ taraftaki balkonun manzarası ömürlük, seninle sonsuzluk. O balkonda ihtiyacım olan her şey var.
Sonsuza kadar gidiyormuş gibi gözüken deniz, o denize kadar giderken bize eşlik eden yeşillik ve mavi gökyüzü. O balkon tüm insanlardan uzak ama bize yakın. Sen ne yapmak isterdin merak ediyorum. Ölene kadar sevdiğinle orada kalmak ister miydin? Yoksa bu senin için korkunç mu, bilemeyeceğim. Tahmin edebilirim ama bilemem. Bu çok daha iyi çünkü cevabını bilmeden hayatımı kısa süreliğinede olsa güzelleştiren hayaller kurabiliyorum. O güzel hayallerin asla gerçekleşmeyeceğini anımsayınca eski sıkıcı hayatıma geri dönüyorum. Bu yüzden gerçeği bilmemek iyi dedim. Daha fazla gerçek bilgi, daha az hayal.. Ama Çılgın Şapkacı'nın dediği gibi ''Hangisinin gerçek olduğunu söylemek kimin haddine?''